“Çünkü kimse, barış
dururken savaşı seçecek kadar deli değildir; barışta oğullar babalarını
gömerler, savaşta ise babalardır, oğullarını mezara indiren.”
Herodotos’un (İÖ 484-425), Tarih veya Tarihler (Istoriai)
adlı eserinin giriş kısmında şöyle yazar: “Bu, Halikarnassos’lu Herodotos’un
kamuya sunduğu araştırmadır. İnsanoğlunun yaptıkları zamanla unutulmasın ve
gerek Yunanlıların, gerekse Barbarların meydana getirdiği harikalar bir gün de
adsız kalmasın, tek amacı budur; bir de bunlar birbirleriyle neden dövüşürlerdi
diye merakta kalmasın.”
Bugün
ben de sizlerle, “insanoğlunun yaptıkları zamanla
unutulmasın” diye, Herodotos’tan derlediğim bir kralın
hikâyesini paylaşmak istedim. Söz konusu kral, tarihte Lidya kralı olarak geçen
Kroisos’tur. Kroisos Lidyalı Alyattes’in oğludur. Alyattes, Miletos savaşının
ardından elli yıl daha hüküm sürdükten sonra vefat eder. Onun yerine tahta
oturan oğlu Kroisos 35 yaşındadır. İktidara geldikten sonra egemenlik alanını
hızla genişletir. Herodotos, Kilikya ve Likya hariç, Halys ırmağının
(Kızılırmak) beri yakasındaki tüm ulusların Kroisos’in egemenliğini tanıdığını
yazar. Lidyalılar, Frigyalılar, Misyalılar, Mariandinler, Khalybler,
Paflagonlar, Trraklar, Thinler, Bithinler, Karlar, İyonlar, Dorlar, Aiollar,
Pamfiller… bütün bu halklar ve ülkeler Kroisos’in egemenliği altındadır.
Herodotos, Kroisos ortaya çıkmadan önce bütün Yunanlıların özgür olduğunu
yazar (Herodot, Tarih,
çev. M. Ökmen, Remzi Kitabevi, 1991, s.18).
Kroisos
zamanında Lidya krallığının başkenti (bugünkü Manisa’nın Salihli ilçesindeki)
Sardes (Sart veya Sardis), imparatorluğun zenginlik ve ihtişamının simgesi
durumundadır. Yunanistan’dan, özellikle Atina ve civar ülkelerden herkes buraya
koşar. Sardes’i ziyaret edenler arasında, İÖ 594’te başlattığı reformlar
temelinde Atina’nın kanun koyucusu olarak tanınan Solon da
vardır. Herodotos’a göre Solon, koyduğu yasalar en azından on yıl
değiştirilmesin diye on yıllık bir “dünya turu”na çıkmıştır. Mısır’a, Amassis’e
(Amasya), Kıbrıs’a uğrar ve derken Sardes’e, Kroisos’in yanına gelir.
Ziyaretinin üçüncü veya dördüncü gününde, Kroisos’un adamları Solon’a kralın
hazinelerini gezdirir. Bu iş tamamlandıktan sonra Kroisos, konuğu Solon’a
dönerek “Atinalı,” der, “benim konuğum, bir filozof olarak
sana bunca ülkeyi gezdiren meraklı yaradılışının ve bilgeliğinin ününü birçok
kez biz de duyduk, bundan ötürü sana şunu sormak isteği uyandı bende, acaba
mutlulukta başka herkesi geride bırakan bir kimseye rastladın mı?”
Kendini
dünyanın en mutlu adamı sayan kral
Kroisos,
kendisini dünyada gelmiş geçmiş en mutlu ve en talihli insan olarak gördüğü
için bu soruyu Solon’a yöneltmiştir. Ancak Kroisos’a yaranmayı veya yalakalık
yapmayı aklının ucundan geçirmeyen Solon, “Atinalı Tellos’u gördüm” diyerek
Kralı şaşırtır. Kroisos, Tellos’u niçin bu kadar talihli saydığını
sorunca, Solon gerekçesini açıklar. Kroisos, “ondan sonra kim gelir senin
bildiğin” diye sorunca, Solon bu kez Atinalı Kleobis ve Biton kardeşleri sayar
ve kendince gerekçesini açıklar. Her iki seferinde öne çıkan, ölçülü ve erdemli
hayatlar, hizmet, şeref ve ölümde mutluluk gibi ölçütlerdir. Ama Krisos
anlamaz, orada da kendisine yer bulmayınca öfkeyle: “Atinalı yabancı,” der, “ya biz, bizim mutluluğumuzu sen hiçe
mi sayıyorsun ki bu basit insanları koyuyorsun ikinci sıraya?”
Solon,
Kroisos’in bu sorusuna cevaben, özü itibariyle şunu söyler: “Kroisos, insan için yalnızca talih ve talihsizlik vardır.
Evet, görüyorum sen çok zenginsin, çok insana hükmediyorsun, ama benden
istediğin şeye gene de cevap veremem; çünkü önce ömrünün güzel bir sona
bağlandığını görmem gerekir… O ki ömrü boyunca her zenginliğe erişir ve en son
dünyadan hoşnut ayrılır, işte o, bana göre, ey kral, mutlu insan adını hak
eder. Her şeyin sonuna bakılmalıdır; Tanrı çok insana mutluluğu yem olarak
sunar, sonra da çeker alır elinden.”
Bu
sözlerden hiç de memnun kalmayan Kroisos, kendince “dar kafalı” olarak
gördüğü Atinalıyı kapı dışarı eder.
Kroisos’in
rüyası
Kroisos’in
iki oğlu var. Bunlardan biri daha doğuştan yaratanın gadrine uğramıştır,
dilsizdir. Bütün erdemlere sahip olan bu genç, ne yazık ki konuşamaz. İkinci
oğlu her bakımdan yaşıtlarının önünde giden bir delikanlıdır. Adı Atys’dir;
orduda komutan olup avlanmayı çok sevmektedir.
Solon
ayrıldıktan bir müddet sonra Kroisos rüyasında ikinci oğlunun bir kargının
demir ucuyla vurulup öldüğünü görür. Atys’i hemen Lidya ordularının başından
alır, her türlü savaş faaliyetini yasaklar ve evlendirmek üzere nişanlar.
Atys’in evlenme hazırlıklarıyla uğraşırken, doğuştan Frigyalı ve kral soyundan
bir adam Sardes’e gelir. Kendini Midas’ın oğlu Gordios’un oğlu Adrastos olarak
tanıtır. Yanlışlıkla kardeşini öldürdüğü için sarayı ve ülkesinden kovulmuştur;
kanbağı içinden cinayet işlemenin büyük günahından arındırılması gerekmektedir.
Bunun üzerine Kroisos onu kan kirliliğinden arındırır ve sarayına kabul eder.
“Hatırını saydığım kişilerin oğlu, dostlar arasına geldin; bizim yanımızda
kalırsan hiçbir eksiğin olmaz. Uğradığın felâkete katlan, sabret, senin için en
iyisi budur” der.
Bir
müddet sonra Misya’nın (Balıkesir, Manisa ve İzmir civarı) Olympos dağı
yörelerinde azman bir yabandomuzu türer. Dağ yönünden gelen bu domuz ekinleri
silip süpürmektedir. Bu hayvanı yakalamaya giden köylüler bile ona kurban
olmaktan kurtulmayınca, bu kez hep birlikte Kroisos’e başvururlar: “Senden
dileğimiz, oğluna ve yiğitlerine buyur, köpeklerini alıp gelsinler, bizi
kurtarsınlar.” Kroisos, “Oğlum için ısrar etmeyiniz; onu
gönderemem, yeni evlendi. Ama yiğit Lidyalıları ve bütün av köpeklerini can-ü
gönülden veririm…” der. Ne var ki Atys konuşulanları işitir ve “Baba,” der, “benim en büyük iki işim av ve savaş,
bana değer sağlayan işlerim bunlar, işte şimdi bunları bana yasak ediyorsun; oysa
benden ne alçaklık gördün ne gevşeklik. Şimdi ben kentin kıyı kucağında
dolanırken, agoraya gidip gelirken yurttaşlarım benim için ne diyecekler?”
Kroisos’un
gördüğü rüyayı anlatmasına rağmen oğlu çok ısrar edince kral dayanamaz; ne de
olsa savaş değil, yaban domuzunun tırnaklarından demir uç mu çıkacak diye,
sarayında misafir ettiği Frigya kralı Midas’ın torunu Adrastos’un da Atys’e göz
kulak olması koşuluyla, gitmelerine izin verir. Olympos dağı eteklerinde sürek
avı yaparlar. Derken Adrastos’un kargısı domuzu ıska geçer, Kroisos’in oğlunu
vurur ve oracıkta öldürür. Korkunç bir pişmanlık yaşayan Adrastos, Kroisos’e
teslim olur ve oğlunun ölüsü üzerine kurban edilmesi için yalvarır. Ama
Kroisos, ocağını söndüren adama dönerek, “Konuğum,” der, “senin
kendi ölümünü istemen benim öcüm için yeter. Hayır, bu ölüm için seni
suçlamıyorum…” Bunun üzerine Adrastos, kendisini
dünyadaki insanların en mutsuzu sayarak, Atys’in mezarı üstünde kendisini
öldürür.
Perslerin saldırısı
İki yılını oğlunun ölümü acısıyla
geçiren Kroisos, Medlerden sonra doğuda yükselen Pers imparatorluğunun
arzettiği tehdit karşısında hayata geri döner. Bundan böyle kafasındaki en
önemli mesele, Pers hükümdarı Kyros’u (Koreş) durdurmaktır. Bunun için, Perslerle
arasındaki tampon bölgede kalan Kapadokya’ya savaş açmayı düşünür. O dönemde
Yunanlılar Kapadokyalılara “Suriyeli” demektedir. İşte bu “Suriyeli”ler Pers
egemenliği altına düşmeden önce Medlere bağlıdır. Medler ile Lidyalılar
arasındaki sınır, Halys (Kızılırmak) nehridir. Kroisos ise Kapadokya’ya
saldırmakla topraklarını nehrin doğu tarafına doğru genişletmek istemektedir.
Ama önce, Anadolu’dan bir yanda Yunanistan’a, diğer yanda Libya’ya kadar
dönemin bütün tapınakları ve kâhinlerine haber yollayarak, Perslere karşı
açacağı savaşın nasıl sonuçlanacağını öğrenmek ister. Delfi kâhinlerinden, bu
savaşa girerse “büyük bir imparatorluğun
çökeceği” yolunda bir cevap gelir. Aslında kapalı ve
muğlaktır. Ama olanca kibiri içinde Kroisos bunu kendine yontar. Pers
imparatorluğunun çökeceği şeklinde yorumlar.
Olan olur; savaş başlar ve Kyros
Kapadokya’nın yardımına gelir. Kroisos ve Kyros’un orduları ilk defa
(Karadeniz’de, Sinop yakınlarındaki) Pteria’da karşılaşır. Her iki
tarafın da kayıpları yüksektir. Muharebenin ertesi günü Kyros saldırısını
sürdürmeyince, Kroisos sayıca daha az olan ordusuyla Sardes’e doğru çekilip
Mısırlılardan yardım istemeyi düşünür (Herodotos, 40). Sardes’e varınca
ordudaki paralı askerleri de dağıtır ve yardım istediği müttefiklerinden, dört
ay sonra Sardes’te hazır olmalarını talep eder.
Ancak savaş tarihinin büyük
stratejik hatalarından birini yapmış; Kyros’un kendisini takip ederek hemen
Sardes’e kadar geleceğini düşünmemiştir. Sardes önlerinde gerçekleşecek ikinci
önemli muharebede, Medyalı Hargapos’un önerisiyle Kyros,
ordunun peşinden gelen yük develerinin yüklerini indirtip süvarilerini develere
bindirerek, piyadelerini ve ordunun geri kalanını ise develerin arkasından
yürüterek saldırıya geçer. Kaderin cilvesine bakın ki, bir seyis veya deve
bakıcısında olabilecek bir bilgi, koca savaşın seyrini değiştirip dünya
tarihine yön verebilmektedir. Atların develerden korktuğu ve develerin kokusuna
dayanamadığı fikri üzerine kurulu bu plan, tutar. Lidya süvarisi darmadağın
olur. Kroisos ve ordusu kaleye çekilmek zorunda kalır.
Kroisos’un sonu
Kuşatmanın 14. gününde Sardes düşer. Kroisos son çarpışmalarda
öldürülecekken, o güne kadar tek kelime konuşmayan oğlunun ansızın dili çözülür
ve Pers askerine “Kroisos’i öldürme!” diye bağırır. Bunun üzerine esir alınır
ve zamanın “direnen mağluplara terör” diye özetlenebilecek anlayışı
çerçevesinde, diri diri yakılmaya mahkûm edilir.
Persler, zincire vurulmuş olan
Kroisos’i odun yığınının tepesine çıkartır. Her iki yanına da yedişer Lidyalı
çocuk koyarlar. Kyros’un bunları tanrılara bir ganimet sunusu olarak mı
verdiği, yoksa bir adağı mı yerine getirdiği bilinmiyor. Kroisos, odun yığınının üstünde, Solon’un
hiçbir canlının henüz yaşadığı sürece mutluluktan tam emin olamayacağı
yolundaki sözlerini hatırlar ve üç kez “Solooon!” diye bağırır. Kroisos’in
bağırmasını işiten Kyros, adamlarına emir vererek, adını andığı şahsın kim
olduğunu öğrenmek ister. Bir süre sustuktan sonra Kroisos şunu söyler: “Bir adam ki, dünyayı yöneten kişiler onunla konuşabilmiş
olsalardı, bu benim için büyük hazinelerden daha değerli bir şey olurdu.” Sonra
Atinalı Solon ile aralarındaki konuşmayı anlatır. Kyros’un yüreği sızlar ve bir
gün böyle bir şeyin kendi başına da gelebileceğini düşünerek, Kroisos’un ve
Lidyalı çocukların ateşin üstünden indirilmesini emreder. Ancak ateş
söndürülecek gibi değildir. Buna rağmen bir mucize gerçekleşir; Apollon
müdahale eder, gökten sel gibi yağmur yağar ve ateşi söndürür.
Kroisos odun yığınından
indirilince Kyros ona sorar: “Kroisos, kim sana söyledi benim topraklarıma
saldırmayı ve benimle dost yerine düşman olarak karşılaşmayı?” Kroisos “Kral,” der, “bunu yapan senin iyi talihin ve benim kötü
talihimdir.” Kroisos’un, bu cümlenin devamında sarf ettiği
sözler, savaşın acı ve trajik doğasına ilişkin söylenmiş en kesin ifadeler
olarak tarihte yer alacaktır: “Çünkü
kimse, barış dururken savaşı seçecek kadar deli değildir; barışta oğullar
babalarını gömerler, savaşta ise babalardır, oğullarını mezara indiren.”
Abdullah Kıran'ın Serbestiyet Web Sayfasındaki 27 Ağustos 2018 Tarihli Makalesi
Resim: Claude Vignon (1593 - 1670)