27 Ağustos 2024 Salı

Bize Anlattıkları Dünya Yuvarlaktı

-gidenlerin derdi vardı, kırılarak gittiler!
istilâcı kavimler geçiyordu çengi şarap gırnata
tavlamda yeke tayları bozkıra sürüyordum
ateşi tutma yanarsın dedi fenerböceği
ateşi tutarsan yanarsın! karamba karambita…
kavimler kapısında kendini aksak trenin
gelişine bırakan şairi hatırla ama. hatırla
dalından uzağa düşürülen dost mahşerini.
bu göğ bizi anlamadı. aksak bulutlar, yıldızlar, çengi, gırnata
yalakta bekledim dolunayın gümüş sikke olmasını
cuma duasından erken döndüm
okunmamış mektupları açtım. kurumuş yonca, sigara yanığı
cumaertesi telefonumu bekle diye yazıyorsun
kalemin mürekkebi neden böyle elzem zamanda…
çık gel! korur seni sevgim, duadan ördüğüm kazak.
aklım dalgın akan ırmaktı, nerde yanlış yaptım
tayları suya indirdim. oh lâ lâ, karambita
kendi eksenimde uzun uzun döndüm
dehliz misin mübarek? dedim “cep delik cepken delik”
döndüm baktım dünyanın olanca kiriyle
bakıyordu bana eğilip almayı üşendiğim metelik
yarın güzel bir gün olacak belki ararsın. belki
mektubun gelir. aklımı bıraktım çıktım yola güzel olacak
sır değil, dünya kokuyordun daha dün kadar yakın,
sudaki pulcukları eteğinden savururken.
bedenime dönüşen rüzgârgülüydün
-konken partisinden erken ayrıldım (diyorsun)
kızlar taşların canını çıkarıyordu
-taş çalarken yakalanmışsın evin hizmetçisine…
aklımı bıraktım çıktım yola her şey güzel olacaktı
mektubun gelmemiş eski mektupları okudum
ılgın, fesleğen, karadağ’ın sürüleri; ‘an gelir!’
masallara ateş taşırız; çalı, çırpı, kırılgan sözleri
boynumuz son yangında kurtardığımız hurufat
sakalıma takılan kuş sesleri, uzak yakın çığlıklar
unutmak ihanettir diyorduk, karamba karambita!
neden öyle bakıyorsun bugün pazar neden böyle
elbette bir sebebi vardır yalnızlığımın
tepeleme hayaldik bedenimiz bulandı aktı
çocukluğumun gizlendiği horozlu cep aynasında
ateşi tuttum yandım! karamba karambita…

Yaşar Bedri Özdemir

Resim: Morteza Katouzian


Üç Kısa Öykü

Amnezik

Açın bakalım kitabı dedim, nerde kalmıştık? Golgi aygıtı. 
Golgi aygıtı ökaryot  hücrelerde salgılama ve…
Hocam, dedi biri, bu konuyu işledik, hatta bu üçüncü 
işleyişimiz olacak.
E niye söylemediniz yavrum dedim.
Hocam söyledik ama siz nolur nolmaz dediniz anlattınız 
yine de.
Telefonum! Aceleyle cebimdeki telefonu çıkardım. Galeriye
baktım. Son çekilen fotoğrafa tıkladım. Evet, ütünün fişini
çekmişim. Tarihine de baktım, bu sabah. Oh be!
Telefonu cebime koyacakken beynimde bir şimşek daha
çaktı. Aradım hemen.
Sınıf öğretmeni: evet, kızınız burada endişelenmeyin, dedi.
Emin olmam gerekiyordu, iyi günler, dedim kapadım. Derin
bir oh çektim.
Öğrenciler kıkırdamaya başlamıştı. Sonra zil çaldı. Okul
dağıldı.
Eve geldim. Zile bastım. Bir kadın açtı. Şaşkın gözlerle 
baktım. Gayet sakin,
“anneniz artık burada yaşamıyor” dedi.


Buruk

İlkin hiçbir şey yoktu.
Sonra ışıltılar oldu.
Bulutlar çekildi.
Fark ettim. Uzaktaydı. Yüksek bir tepede. Sarayın kulesi.
Gitmek bir hayaldi.
Yola düştüm.
İnanamıyordum.
Kapıya vardığımda heyecanlıydım.
İçerden sesler geliyordu.
Emin olmalıydım.
Dinledim günlerce.
Belli ki o da beni bekliyordu.
Sonunda ikna oldum.
Dövdüm kapıyı.
Açıldı.
Hayaline yaslandığım bir başkası, dedi.
Ama yalandayız, dedim.
Evet, dedi, o kadar ki buraya gelemeyecek biri…


Kırmız Elbiseli Kadın

Kâğıda bir bulut bir de kırmızı elbiseli kadın çizdim.
Kadın da benim onu çizdiğimi bildi. Baktı bana, sonra
etrafa. Pek keyifsizdi.
Bulut uzaklaştı. Kadın da.
Kadın buluta yetişti. Sıktı, kirli sular aktı.
Akan sulardan bir kapı çizdi.
Anlamıştım.
O da anladığımı bildi.
Bildiği halde vurdu kapıyı. Çıktı.
Bir kapı bir ben. Kaldık.
Bir boş kâğıt.  

Mehmet Dönmez, Akatalpa Dergisi, Mart 2023, Sayı:279

Resim: Frederick Walker, Spring, Suluboya, 1864


26 Ağustos 2024 Pazartesi

Elma

Ben sana bir elma soydum
Neredeyse ellerim kadar küçük bir elma
Isırılmış ve kurtlanmış, karşı koysam da –
Geldiği ağacı kayıp bir köy sanıyor
Ben bu elmayı sana bir gecede soydum
Kırmızı kendini severken elmanın eti koyu
Suya bıraksam dibe çekecek gölgesini
Elmayı o yüzden gizli gizli soyuyorum aslında
Doğadan sakladığım bir meyve
Koyduğum adını söylesem herkes perişan olur
Rüzgârın söküp götürdüğü bir ölü gibi
Elmanın da kemikleri var
Kabuğu da yeni tanıştığı bir yarada şimdi bahtiyar
Ben sana bir elma soydum
Eğer bir sevgili bulsa bugüne kadar söylerdi bana

Küçük İskender
Mayıs Giremez, Sel Yayınları


Yazılamayan Zaman

Herşeyi yazarım da
zamanı yazamam -
o yazar çünkü
beni.

Yazar beni
yavaş yavaş
özenli -
azalta azalta
görkemli -
sanki
dolduracakmış
olduracakmış
gibi.

Halbuki
sıyırıp düşürmüştür
tırnağımdaki çürüğü
parmağımdaki yarayı
kabuk kabuk
geçirmiştir -
geçerken, sanki
çoğalta çoğalta
yazarak
beni:
özenli
görkemli.

Oruç Aruoba

Resim: Aliye Berger, Güneşin Doğuşu, 1954


Sevgilim Beni Ölü Ele Geçirdin

1926’da yağan bir yağmur
ne zaman istesek sessiz yağıyor böyle
bağışlamak gibi neredeyse ezbere
bu bütün damlalarını bildiğimiz tek yağmur
ama olsun insanın bir yağmuru olsun
herkesin bir yağmuru olsun kaçmaya
kendini özlemeye ve törensiz
gömüldüğünü anlamaya bir aşka

oradaydım sözcüklerin dövüldüğü o harda
uzun maşalarla tuttum adının anlamını
hem alaca kartalların yüzüstü çakıldığı
kayalar da ufalanır kısacık hayat
hem acele ettirilmiş bir gelincik
onaramaz yaprağındaki buruşuğu dedim kıvrıldım
unutmaya indim bırak rüzgâr çevirsin
bırak çevirsin rüzgâr denizin sayfasını

rüzgârdan geriye say yosun kanat su kesimi
sanki karanfilleri öğütüyordu gece
böyle mi çizildi vazgeçmenin eğrisi
hani sıradan bir taş fırlatılıp düşünce
göz akıma bir dövme renksiz bir leke düşün
çünkü biz yandıkça soğuyan dünya
dünya bildiğinden dönmüyor
kimseleri yarasız yazmıyor birbirine

gök taşından bir kolye kâgir bir köhne düşün
boynumda ve ahşapta halkalanıyor geçmiş
düşmeyi biliyor yağmur
yağmura bakan her yüzün bütün damlalarda  yansıdığını 
zamanda yer kaplayan anlam
mekânda bal rengi ve akışkan reçinesi ışığın
girintileri çıkıntılara uydurmayı biliyor aşk
taze kırık bibloları yapıştırmayı

ama nedir bir yağmurda iyi olan
çağrılınca gelmesi mi sonsuz ucu olması mı
siyah beyaz bir filmin ıslatmayan yağmurunda
kötü olan tek şey onun ele geçmesi
bir rüyadan yapraklar düşer gibi
bir fotoğraftan taşlar yuvarlanır gibi
bir olmazı anlamak sana verilmiş
sevgilim beni anla beni ölü ya da diri...

Nilay Özer

Resim: Aslı Akyüz, Sonbahar, Yağlı Boya 50x50 cm.


Koridor Boşluğu

bana çıkıyor gibi çıkmalısın evden
ev dediğin güneyde bir yerde olmalı
güneyde bir yerde kalmış gibi
bana çıkıyor gibi çıkmalısın evden

dar midak kaldırımsız sokak
ev dediğin dört duvar da olsa
yeleç mezar

herkesin ağladığı yerde yanlış sorulmuş
bir soru yalnızlığındayım
ömür koridor boşluğu yahut zil ya da merdivenler

bana çıkıyor gibi çıkmalısın evden
Sözlükler boşluklar hangi kelimeyi
seçersen seç
yüzünde unutulmayan şeyleri
kapı kollarındaki saatleri

Muzaffer Develi,  Akatalpa Dergisi, Mart 2023, Sayı: 279

Resim: Ivar Jansons




21 Ağustos 2024 Çarşamba

Belkim Bir Kertenkeleydim

Belkim bir kertenkeleydim
piç edilmiş bir yağmurun serini
bir güzelin çirkiniydim
çirkinlerin en güzeli
yeşil koşsa güneşlerin gölgesi
ben en hızlı yeşiliydim
kurbağa yarışlarında annemin

çatal matal kaç çataldım kim bilir
bin dereden bir kendimi getirdim
haydan gelip huya giden bir huysuz
heyheyler içinde bir heydim
belkim yedi belkim sekiz belaydım

düdük çalar hırsızlanmış polisler
ben korkudan üstlerime işerdim
üç yıldızlı bir albaydı gökyüzü
karşısında önüm açık gezerdim
ağzı bozuk meymenetsiz bir ozan
rus cenginde çağanozdum bir zaman

iki gözüm iki koltuk-eviydi
mavilerim bir miyobun koynunda
kendi düşen köyler kentler ağlamaz
sur dışında ben oturur ağlardım
ekmek diye bağrışırdı bebeler
elma derler ben ortaya çıkardım
ağıtlarla kutlanırdı İsa-doğdu gecesi
fildişinden bir kuleydim yıktım kendimi

bilmem hangi keloğlanın fesiydim
bir püskülsüz sümbülteber tohumu
fesleğenler yaprak dökmüş şerrimden
bir naraydım kimse bilmez nereden
ya yakından ya uçmaktan gelirdim
belkim ince belkim kalın bir sestim
belkilerin kol gezdiği saatta
belkim belki bile değildim

Can Yücel

Resim: Van Gogh, A Wind-Beaten Tree


19 Ağustos 2024 Pazartesi

gece.. kalbim..

sevdayı kesif yerinden sınayacak gece
sıkı duracak avuçlarım; ve parmaklarım
yıldızlaşacak birdenbire; o an, işte
kalbime değdirip çekiyorum elimi

her rüzgârın şarkısı vardır ayrılığa dair
alacakaranlıkta dağ başında eser, kimsesizdir
ışıltısız gece yaralı bir adam kalbidir
kalbime değdirip çekiyorum elimi

gitmediğin şehirleri düşlersin; ve bilmediğin
bir yabanıl özlemde savrulur küllerin 
talan edilmiş yangın yeridir kalbin 
kalbime değdirip çekiyorum elimi

Tufan Akgül

Resim: İvan Konstantinoviç Ayvazovski


"İki Şehrin Hikâyesi" / "A Tale of Two Cities"

“Zamanların en iyisiydi, en kötüsüydü zamanların; bilgelik çağıydı ve aptallık; inanç dönemiydi, kuşku dönemiydi; Işığın mevsimiydi ve Karanlığın; umudun ilkbaharıydı, umutsuzluk kışıydı; önümüzde her şey vardı, hiç bir şey yoktu önümüzde; cennete gidiyorduk hepimiz ve tam tersi yöne…” 

Charles Dickens, İki Şehrin Hikâyesi, Açılış Paragrafı

“It was the best of times, it was the worst of times, it was the age of wisdom, it was the age of foolishness, it was the epoch of belief, it was the epoch of incredulity, it was the season of Light, it was the season of Darkness, it was the spring of hope, it was the winter of despair, we had everything before us, we had nothing before us, we were all going direct to Heaven, we were all going direct the other way…”  

Charles Dickens, A Tale of Two Cities, Opening Paragraph


Akşamlar Hey Akşamlar

Kim esir değildir
Kendi içerisinde?
Akşamlar hey akşamlar!

Doğmasaydım eğer
O küçük şehirde
Kim böyle boş gezer,
Yüzer gibi olur,
Bir koca nehirde?

Yorgunluk hey yorgunluk!
İnatçı yorgunluk!
Dalgın bir yüz kadar
Tozlu ayakkabılar.
Yorgunluk hey yorgunluk!

Cahit Külebi


Akşam Türküsü

Kimse öldüremez bu boşunalık duygusunu
Soğan doğra kıyma koy ateşi kıs
Ateşi kıs pirinçler diri kalsın
Salçalı pilavlar votkalar kahkahalar

Ödemez arkadaşsızlığımı
Zor günler yaşadım
Utanmam anmaktan
Çirkindim yoksuldum arkadaşsızdım
Kocaman sözler iri göğüsler hantallıktı simgem
Utanmam
Ama akşamları
Bu boşunalık duygusu kapıyı çalmadan
Usulca ilişiverir yanıma
Çocuğu giydir parklara çık
İşten dönenleri gözle
Köfte güzel olmuş saçın yakışmış
Orhan ağbi ölmüş… Artık yazmıyor musun?

Kirazlar aldandı
Ben aldanmadım
Ayşeyi büyüttüm
Büyüttüm öfkemi… arkadaşsızlığı
Çirkinliği
Hadi saçlarını kes ninniler söyle:

Kızımın da adı Ayşe
Yiğit atılır ateşe
Bu ışık böyle büyüsün
İş düşmez bir gün güneşe

Hadi çamaşırları yıka ölülere ağla
Ninni söyle:

Kızımın da adı Bengi
Dünyaya saldığım türkü
Sular aktıkça durulur
Bozuk yapılar yıkılır
Çürür sarı yaprak gibi

Hadi kendini yen hadi kendini

Sennur Sezer

Resim: Nurullah Cemal Berk

Kavuşma

Bir şarkı 
yolculukların dökkün kemanından uzun
kavuşma bilincinin hareli marşı
masalın mayası Kafdağında değil bahçemde
böğrümün yuvasında koruduğum bir fırtınalar
gemisinden çıkmış forsa yüreğim
ve sesimin Asyalı kendir halatları.

Suyu ısıt
kökleri kaynat büyülü ilacı kar
zamanın yaralarını onar sıyrıkları gider
ben evrenin bir duvar afişinden düştüm 
sokak ve çocuklar şimdi uyanırlar 
çınlayıp gelirler öğrenirler kimliğimi
sitem ederler sen yine
suyu ısıt kökleri kaynat
ilacı kar.

Ve anlat
toza dönüşmüş yuvaları ataların
anıların izlerini silmiş rüzgâr
ben ancak yolculuğumun destanına başlarım 
direnmiş forsa yüreğim ve
Asyalı kendir halatlarından gayrı sesimin
hiçbir şey yok çıkınımda
sana ve çocuklara getirebildiğim
suyu ısıt kökleri kaynat
büyülü ilacı kar.

Azer Yaran (1949 - 2005)


İzleyiciler