5 Ocak 2024 Cuma

Kaç çaba eder ki yaşam?


Canlı türü olarak insan, yaşamsal hareket yeteneğine kavuştuğu andan itibaren, diğer hareketlerine itki gücü oluşturan "çaba" ile karakterize olur. 

"Çaba" iradi hareketlerimizin başlangıç nedenidir. Çaba, bir amaca yönelik kurgudur ve önce doğal tatmine yönelir; arzu ve korunma. Arzu, canlı varlıklarda fiziksel bir iştah ile kendini açığa vurur ki; açlık, susuzluk, cinsellik, uyku bu tür iştahlardır. Diğer tür çaba ise, sakınma, kaçınma vb. korunma halleridir ve doğal tatmin gibi yaşamı devamlı kılmaya, tutunmaya, hayatta kalmaya yöneliktir. Buradan hareketle, canlı organizmayı çabaları anlatır diyebiliriz. Yeni doğan bebeğin annesini emme gayreti bir çabadır. Yerde, kucakta, beşikte çabaları vardır. İki nokta arası devinir önce, emekler sonra, oturumuna gelip o halde durabilir zamanla. Başını omuzları üzerinde, vücudunu ayakları üzerinde dengede tutması çabalayarak olur. Oyun oynar zamanla, sizin ona öğrettiğiniz veya gördüklerinden esinlendiği oyunları olur. Mahallesindeki, varsa oyun alanlarında, boş sahalarda, kırlarda, parklarda, bahçelerde buluşarak edinir ilk deneyimlerini. Okula gitmesi gerektiği söylenir, okumanın başarılı olmanın, diplomanın önem ve erdeminden bahsedilir. Okursa adam(!) okumazsa odun olacağından örnekler verilir. İş bulup çalışması gerektiği anlatılır. Para kazanmalı ve ailesine iyi bir gelecek sunabilmelidir. Kariyer yapmalıdır mutlak! Lider olmalı, başa güreşmelidir. Rakipleri olacaktır. Yırtıcı olması, herkesi geçip geride bırakması öğretilir. Yaşam bir yarış kulvarıdır! Ama her oyunun da kendine göre kuralları vardır. Oyunu kuralına göre oynamalıdır. Kural varsa uymalıdır. İyi çocuk olmak iyidir. Haylazlığın lüzumu yoktur. Evlenip çoluk çocuğa karışmalıdır mesela... Çocuk gelecektir! Aynı zamanda toplumun da geleceği sağlam nesiller ister! Vatana millete hayırlı olmalıdır! Mümkünse en az üçlemelidir ki, bir yalnızlık, iki de her an denge bozulabilirse de, üçte karar vermek ve yönetimi belirlemek daha kolaydır. Bir elin nesi var, iki elin sesi vardır. O mu? Bu mu? Diye taraf belirlemek gerektiğinde ikiye bir verilir kararlar ne de olsa. Azınlığa hâkim çoğunluktur değil mi?

Çabalarımız çıplak karakterlerimizdir. 

Çabalarımıza neden olan ereksel durumlarımızın bir tarafı güdüsel, diğer bir tarafı ise kazanımsaldır. Yani elimizde doğuştan gelen varlıksal amaçlarımız ile kurgusal, öğretim/eğitim ile edimsel ve deneyim yolu ile edinilmiş sonuçlar vardır. Elimizdeki bu verili kazanımlarla yol almaktayız. 

İnsan birey olarak, yolculukta kullanmak üzere heybemize koyacağımız değerlere gerek duyarız. Değerlerimizi, ihtiyaçlarımız belirlerken; ihtiyaçları mızı arzularımız tetikler. Bir insanın arzularının yöneldiği şeyler hoş, yararlı, iyi; kaçındığı, korunduğu şeyler nahoş, zararlı, kötüyken; tepkisiz ve kayıtsız kalacağı tüm şeyler ise onca değersizdir. 

İnsan, var olduğu andan itibaren tekil hali olan vücudu ve dışarısı arasında tanımsız, belirsiz, renksiz, kokusuz, karanlık ve sessiz vb. durumlardan başlayan ama hissetmeye, anlamaya, tanımlamaya ve yönelmeye doğru bir hareketler silsilesinin içine girer. İlk andan, olmaya doğru adımlarımıza, öncelikli güdülerimiz rehberlik eder. Güdüler, bir zaman sonra yok olmadan, varlığını devam ettirmekle birlikte, yerini algı mekanizmasına bırakır.

Yaşamsal ilişkilerimiz algısal gerçekliğimizle, hakikatin gerçekliği arasında bir ömürlük salınımlardan ibarettir.

İkili açmazlarımızı görünür hale getirebilmek, onları sadeleştirmek yolu ile anlaşılır kılmak, sorunlu yanların çözümlerine erişmek; toplumsal yaşamların özgün esaretinde her birey için mümkün olamamaktadır. Ne yazık ki bu durum başlı başına bir farkındalık sorunudur.

Toplumsal yaşam bütünü ile algı karmaşası üzerinden kurulu labirentte yol almak gibi gelir. Bu girift süreç insan bedenlerinin biri birleri ile bilinçli/bilinçsiz karşılaşmaları, paylaşımları, zıtlıkları, çarpışmaları, yan yana gelmeleri sosyo-psikolojik kaosu oluşturur. Bu durum kaçınılmaz olduğu kadar, çözümsüz de değildir tabii... 

Algı, birtakım nedenlere bağlı gelişen, dışsal olandan zihinsel olana yönelen ve doğrudan ya da dolaylı yollarla zihinde sonuçlanan görsel veya duyusal oluşlardır. Işık, renk, şekil, ses, koku, lezzet, ısı, sertlik, yumuşaklık vb. durumlar ile diğer, duygu dediğimiz durumlar algısaldır; nedenleriyse dışsal ve nesnel hareketlerdir. Özünde algı; nesnelerin, zihnimizde oluşan imgeleri, hayalleridir. 

Algısal olanın, gerçeklik üzerindeki payı ile hakikatin kendi gerçekliği arasındaki farkı bir örnek üzerinden açıklamaya çalışayım.

Ay, ışık kaynağı değildir. Güneşten kaynaklı ışığın ay yüzeyinden yansımasının sonucu onun nesnel varlığı zihnimizde nasıl görüntüye dönüşüyorsa; ay, nesne toplamı olarak görüntüsü başka şeydir. Ay'ın görünen yönü onun imgesidir; ayın kendisi değil. Şöyle ki; Ay'ın her hareketinden bize ulaşan imgeler toplamı zihnimizde bir ay hayali oluşturur, bize yansımayan yönlerinin varlığından dolayı algısal durumumuz eksik hakikatten ibarettir. Ay'ın nesnel varlığı algılarımız kadardır ve görelidir; salt gerçek değildir. Gerçek, bilinçten bağımsız, somut ve yapısal olarak var olan (Ay'ın görmediğimiz yanları da dâhil, orada, yerinde olması durumu); hakikat ise gerçeğin zihinde yansımasıdır. Hakikat ancak birebir şeye uyduğu zaman gerçek olur. Zihnimizin birtakım hakikatleri algılamış olması ve bellekte tutması gerçeğin bilgisine yol almak demektir; gerçeği bulmak değil! Gerçeğin bilgisine ulaşmak mümkün olup, ona, gelişkin ve diyalektik düşünen akıl ile bilim ve bilimsel yöntemlerin kullanılması halinde varılabilir. "Algıda ve bellekte olan, olmuş bitmiş ve geri döndürülemez bir olgunun bilgisi olduğu halde; bilim, sonuçların ve bir olgunun bir başka olguya bağımlılığının bilgisidir." (2)Akıl, düşünme yeteneği olarak bu bilgi süreçlerini kullanır ve kendisi de bir bilgi olan dil yeteneği olmaksızın bunu başaramaz.

Dil, bilginin işaretleridir. 

Çok uzun soluklu süreçler sonrası bir an gelmiş ve işte o an insan konuşmaya başlamıştır! Tarihin hangi dönemidir? İnsanlık hallerinden hangisindedir? Teorileri olsa da nedenleri kesin olmayan ne tür zorunluluk ve süreç sonrası oluşmuştur tam olarak bilmiyoruz.

Varlık olarak insan bedeni denilen tekil dünya, beden dışı dünya ve iki dünya arası yegâne köprü olan dil; anlamlar ve değerler dünyasıdır. 

İnsanlığın bugüne uzanan asıl yolculuğu dil yeteneği ile başlar ve devam eder. Dil yeteneğinden önce ve konuşmaya başladıktan sonra...

Dil, kendimize, başkalarına, nesnelere ve ilişkilere bakış açılarımızı oluşturmada; anlamada ve anlatmada kullandığımız araçtır. Herkes dışarıya kendi kabuğunun penceresinden bakar; yine de bakışlarımızın ortaklaşmasına neden olan, canlı varlığımızın temel karakteristiğinin belirlediği, kendi olmamızdan kaynaklanan durumlarımız vardır. Bu durumlar aynı zamanda insanlığın temel gerçekliğiyken, diğer yandan hem sorunsalı hem çözümüdür. Nedir bunlar?  

(2) Thomas Hobbes. Leviathan. 2016. Yky. S.46.

Mehmet Ali Canikli, Volkanik Sancılar 1, Bir İpek Böceğiydim Ben de, Denemeler, S.43-47

Hiç yorum yok:

İzleyiciler