9 Ocak 2011 Pazar

İllet-i Güzidedir Aşk

Freud “Yaşam belirtisinin kökenini duygulanma; duygulanmanın da temelinin aşk” olduğunu söylerken Victor Hugo “Aşk bir deniz, kadın onun kıyısıdır” der.

Bana soracak olursan aşk, Yazar Victor Hugo’nun ironisinden ziyade, cinsiyet farkı gözetmeksizin hayatımızı vakfettiğimiz illet-i güzide, dönülmez akşamın ufku, oyalarımıza dantel dantel işlediğimiz içselliğimizdir.

Aşkın nasıl yaşandığı da önemli tabi.

Bazıları aşkı uzaktan yaşar, aşk aurada var olmamalıdır, çünkü beş metreden daha yakın mesafede ya enfarktüs geçirilir ya da su etkisi yaşanır ve aşk ateşi söner. Kimileri ise meydan okur aşka.. Korkar, istemez, ancak bir gün aşkın kıskacına öyle bir kapılır ki eli ayağı dolaşır ve bu etki yıllarca devam eder. Diğerleri de, daha önce anlattığım gibi aşkı bir marka değeri olarak görerek, o markayı yakasında “elegant” bir rozet olarak taşımak ister.

Halbuki aşk; aktris ve aktörleri belli olamayan, hesabı yapılamayan bir içselliktir. Bir bakışa, tavra, düşünceye kısaca O’nu bütünleyen herhangi bir olguya atfedilir.

Birkaç hafta önce bir arkadaş toplantısında “hangimiz artık karımıza aşığız ki !” lafına irkilerek şahit oldum ve yine kendimi tutamayarak “e demek ki sen aşık olmamışsın” deyiverdim.

Bu örnekte, belli ki kadın adamı mevki, para, araba gibi maddelerle; adamsa kadını yanında gururla taşıyabileceği “sarı gacı” olarak kabullenmişti. Birçok insanın yaşadığına benzeyen bu açmazı görmeye gönlüm el vermese de, “aşk” ın herkesçe yaşanamayacağı gerçeğini kabul ederek hadiseyi atlatıyorum.

Yukarıda küçük bir örneğini ilettiğim ve duyguların çıkarlara ezeli rakip olduğu günümüzde aşkı dillendirmek zor zanaat. Çünkü, insanın temel olduğu her zemin kaygandır ve bu kayganlık kimi zaman mantık, kimi zaman akıl, kimi zamansa duyguyla atılır. Aşk, bu zeminin mantığa en ters düşen tabakasıdır, çünkü sebebi olmadan bir bağlılık içerir ve mantıkla aşk hep çatışır, çatıştırılır.

Bu çatışmanın galibi kimdir bilinmez, çünkü aşkı besleyen kaynağın sebebi mantık ve aklı besleyeninki kadar gözle görülüp elle tutulmaz, çevresel etkilere maruz kalmaz, kördür.

Bir başka ifadeyle aşk; emek ve zamanla beslenir, zaman aralarını doldurarak değil; aşk, cennetin kapılarını sonuna kadar açtığın, cehennemi yaşamayı göze aldığındır ve aşk, ne gözünü alabildiğin ne de göze alabildiğindir; en önemlisi aşk bitmez, sonsuzluktur.

Demem o ki; aşkı yaşamış ya da yaşayan şanslı azınlıktansan; O’ nu bigudilerle ya da traş olurken görme pahasına da olsa değerini bil. Aksi takdirde, mantık kümesine hapsolmuş ve her anını banknotlarla mutlu etmeye çalışan çoğunluktan olabilirsin.

Ve siz, hala aşkı arayan kronik çekingenler! Aşk denizi kıyısında sizi bekleyen kadını ya da adamı göremiyor olabilirsiniz; unutmayın ki, aşk gözlerin içinde saklı engin bir ışıktır. Bulursanız, ne pahasına olursa olsun, bırakmayın!

Evrim Gözener
http://www.hayatadokun.net/?p=954

8 Ocak 2011 Cumartesi

Kar

Kardır yağan üstümüze geceden,
Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,
Ormanın uğultusuyla birlikte
Ve dörtnala dümdüz bir mavilikte
Kar yağıyor üstümüze, inceden.

Sesin nerde kaldı, her günkü sesin,
Unutulmuş güzel şarkılar için
Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan,
Rüzgâr gibi tâ eski Anadolu'dan
Sesin nerde kaldı? kar içindesin!

Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam!
Uyandırmayın beni, uyanamam.
Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,
Allah aşkına, gök, deniz aşkına
Yağsın kar üstümüze buram buram...

Buğulandıkça yüzü her aynanın
Beyaz dokusunda bu saf rüyanın
Göğe uzanır - tek, tenha - bir kamış
Sırf unutmak için, unutmak ey kış!
Büyük yalnızlığını dünyanın

Ahmet Muhip Dıranas

6 Ocak 2011 Perşembe

Ayrılık Sevdaya Dahil


1.

açılmış sarmaşık gülleri
                    kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
                    içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
                    yağmurlu genç kadın

2.

rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
                    dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
                    ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
        ayrılığımızı hissettiğim an
                    demirler eriyor hırsımdan

3.

ay ışığına batmış
        karabiber ağaçları
                    gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
                    tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
        çünkü ayrılık da sevdâya dahil
                    çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
                    her an ötekisiyle birlikte
                                herşey onunla ilgili

telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
            yakılmış ot kokusu
                    yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
                    yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
            çünkü ayrılık da sevdâya dahil
                    çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili

4.

yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
            karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
            eflatuna çalar puslu lacivert
                        bir sis kuşattı ormanı
            karanlık çöktü denize

yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
            elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
            fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
            parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
            kaçamak gülüşleri gizlice

yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
            ölü bir gezegenin
                    soğuk tenhalığına
                                benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
                            suç ortağı bir sevgiliyle

5.

sanmıştık ki ikimiz
            yeryüzünde ancak
                            birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
            tek kişilik bir yalnızlığa bile
                            rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
            her an düşüp düşüp
                            kristal bir bardak gibi
                                        tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
            hâlâ kıpkızıl gülümseyen
                            -sanki ateşten bir tebessüm -
                                        zehir zemberek aşkımız

Attilâ İlhan

Bahar Gelsin Şu Dağlara Gideyim

Bahar gelsin şu dağlara gideyim
Belki derdimize çare bir çiçek
Toplayıp devşirip harman edeyim
Açılan yaramı sara bir çiçek

Çünkü o da bir çiçeğin delisi
Kelebektir böceklerin alisi
Yeşil yamaç tabiatın halısı
Nakış dökmüş ara ara bir çiçek

Kara taşta ala geyik sesi var
O geyiğin ıssız taşta nesi var
Kavalın bir acı inlemesi var
Çobanı düşürmüş zara bir çiçek

Ben de bir aşığım Reyhani adım
Sorun çiçeklere az mı yalvardım
Benim tabiattan bir tek muradım
Götüreyim nazlı yara bir çiçek

Aşık Reyhani

4 Ocak 2011 Salı

İyi bir yaşamı, her sabah ayakkabılarımızı boyayarak kazanacağımız olumlu hislere indirgeyen seminerler, eğitimler ve benzer tüm süreçler yeni yüzyılın karşı (lıksız) mutluluk argümanlarıdır..

Hüseyin Murat Çinkılıç

3 Ocak 2011 Pazartesi

dal ve kuş

her kuşun soluklandığı bir dal vardır 
dal kuşun kalbine dokunmak ister 
kuş göğün kalbine... 
her dalın uzadığı bir boşluk vardır...

hüseyin murat çinkılıç
 

30 Aralık 2010 Perşembe

giderken söylenmiştir

I
bakın ne diyorum, dünya
sekerek yürüyor, gözümden düştü ya

seviyorum aklımın almadığı şeyleri
titriyorum emin olduğum zaman
evlerin ev halkının ve devletlerin
gidiyorum bıraktığı boşluktan

nefes alıp emek veren, insan görünce kaçan
gereksiz harcamalar gibi herkesin
canını sıkan ve sonra bakan
gidiyorum, bu kesin.

II
toprağım ben, dünyanın kök saldığı
ancak uyurken Rabbime nazım geçer

dünyayı, o görkemli hastayı
belki bir rüzgar eser beni görmeye
diyerek bekledim ve düşündüm ki
gözlerim kalacak benden geriye

suyu görünce susan bir anneyle bir baba
gibi yaşadım bir kabuğun altında,
dedim bir şey gösterin isim koyacak
bir şey gösterin, şaşırsın bana

III
bu kadar mezarın arasında ne büyür
ey ölüm, gel otur şuraya ve düşün

sözcük yapımında kullanılan
bir şeydir senin gülüşün
herkes güzeldir sustuğu kadar
sen de güzelsin, bu mümkün

ne kaldı geriye aslına uygun olan,
tutumlu güneş, girişken gün
gibi sen kaldın, eli ekmek tutan
bir bahçe kadar düzgün

İbrahim Tenekeci


27 Aralık 2010 Pazartesi

Bir Sabah Sevgiyle Uyandır Beni


Acımın alnından öperek uyandır bir sabah beni
dışarıda güneşi ve baharı yağarken yağmur.
Yüreğimde bir müzikle uyandır beni
tüy parmaklarını ağrıyan yerlerimde gezdir.
Saçlarımdan zamanı geçirerek uyandır bir sabah.
Sen günün şiiri ol, ben şarkını besteleyeyim.
Sen narin bir nar fidanı gibi salın rüzgârda
ben yanında yaralı bir dize gibi durayım.

Aşk ve Şiirle barışan bir dünyaya uyandır bir sabah beni


Fikret Demirağ

26 Aralık 2010 Pazar

"Hususi kurtlar ve kavun gibi tatlı kazlar"

“Vatandaşı tabiri caizse yolunacak kaz gibi görmeyin.”

Bu sözleri 2005 yılı ağustos ayında, bir özel hastanenin açılışında, Başbakan söyledi.

2010 yılı aralık ayında bu konuşmadan tam beş yıl sonra hastaneler gece tarifesine geçtiler.

Anadolu da bir tabir vardır; “Kavun tatlı ben napim?” diye.

Sanırım özel hastane patronları da kendi aralarında son yaşanan gece tarifesi konusunu böyle bir tabir kullanarak AK’lamışlardır.

* * *

Eskiden Taksilerde gece on ikiden sonra gece tarifesi olurdu. Bu tarife iki katı ücret demekti. Gece on iki de başlar sabah son bulurdu.

Vatandaş misafirlik dönüşü taksiyle dönmeyi planlıyorsa “Gece tarifesine kalmayalım.” derdi.

* * *

Özel hastanelerin bir kısmı kavunun tatlılığından olsa gerek gece tarifesine geçmişler.

Ama öyle bir gece tarifesi ki sormayın, gece 12 yi beklemiyor. Kiminde öğlen 12 de başlıyor, kiminde akşamüzeri...

* * *

Olay, Radikal gazetesinin bir muhabirini özel hastane muayenesine göndermesiyle ortaya çıkıyor. Hastane hasta/muhabire; “Uzman hekime muayene olmak ister misin?” diyor, olumlu yanıt alınca gece tarifesinden bahisle 67 TL ödemesi gerektiğini söylüyor. Sadece muayene ücretinde değil, tahlil, film vs her türlü işlem için uygulanıyor bu gece tarifesi…

Birkaç gün sonra aynı hastaneye gündüz başvuran hasta/muhabir bu sefer 20 TL ilave ücret ödüyor.

* * *

Biz küçükken şehirden ilçeye otobüsle gelir oradan da köye taksi ile giderdik. Eğer taksiyi hususi tutarsan hiç beklemez, biner gidersin ve 5 kişilik ücret ödersin. Yok, hususi olmasın dersen bekler ve tek kişilik ücret ödersin. O yüzden otobüsten iner inmez sorardı taksiciler “hususi mi?” diye…

* * *

Ee ne var bunda, hususi hastaneye gidersen ücret ödersin demeyin.

Burada olay başka, fikir başka…

İşte fikir başka olunca, mantık tersten kurulunca, sorun ortaya çıkıyor.

Yoksa Aşık Veysel’in dediği gibi; "Koyun kurt ile gezerdi. Fikir başka başk'olmasa ..."

Buradaki hususi hastanelerin durumu şu; bunlar hususi olma özelliğinden bir bakıma vazgeçmiş SGK (Sosyal Güvenlik Kurumu) ile sözleşme imzalamışlar. Yani SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığının birleşmesi ile oluşan SGK ile...

Demişler ki biz kamu hastaneleri gibi vatandaşa hizmet verip ücretini de SGK’dan alacağız.

Yani hususi taksi olmaktan çıkıp dolmuş/taksi olmuşlar…

Ama kavunun tatlılığından olacak ilçeden köye gidecek garibana diyorlar ki; sen hususi değilmiş gibi taksi dolana kadar bekle ama hususi ücreti öde…

Hal böyle olunca koyun kurt ile gezemiyor.

* * *

O halde bir mekanizma oluşturmalı ve koyunu kurda boğdurtmamalı...

İşte bu o kadar kolay değil. Neredeyse kuzuyu kurda emanet etme durumu var.

2005 yılında Başbakan o konuşmayı yaptıktan sonra köprülerin altından çok sular aktı.

Uygulama ilk çıktığında özel hastaneler ilave ücret alamayacak dendi.

Bir yıl sonra yüzde beş, bir yıl sonra yüzde otuz, en sonunda da yüzde yetmişe kadar ilave ücret alabilirler dendi.

Belirlenen ücretler dışında ücret alan hastaneler tespit edilirse SGK bu hastanelerle olan sözleşmesini fesh edecekti buda değişti, yerine para cezası kondu…

İşte o akan sular bizi gece tarifesi noktasına getirdi. Konu ulusal gazetelerin manşetine taşınınca SGK inceleme(!) başlattı.

Ne olacak?

İn-ce-le-ne-cek…

Sağlıcakla…

Zeynel Abidin Kaplan
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=34537

Balta

Odun kırıcıydı, adı İlyas' tı
Yanaştım yanına, yüzünü astı
"İşin nasıl" dedim bir küfür bastı
Arkasından baltasını biledi...

"Bana bak arkadaş" dedim, dedi "ne?"
Dedim "sen bir vatandaşsın" dedi "he!"
Dedim "kanunun var", dedi "çekil be!"
Arkasından baltasını biledi...

Dedim "ilin nere senin", dedi "Van..."
Dedim "çoluk-çocuk", dedi "sekiz can!"
Dedim "düzelecek..." dedi "ne zaman?"
Arkasından baltasını biledi...

Dedim "gidiş...", dedi "onlara göre"
Dedim "kötü mü ki ?", dedi "bin kere!"
Dedim "hak, adalet...", "tu" dedi yere
Arkasından baltasını biledi...

Açıldı gözleri atıldı öne
Dedim dur bakalım, dedi ne güne
Dedim, şu feleğin ocağı söne
Arkasından baltasını biledi...


Aşık İhsani
Yorum: Düşbaz































25 Aralık 2010 Cumartesi

Özgürlük neşesini, liberalizmin ders notları arasındaki inançtan değil; eksi 20 derecede avucumuzdaki buzları hohlayarak, dizlerimizi ovalayarak yola çıkmaktan alır. Ortam kararlılığındaki özgürlük ters çevirdiğiniz şapkaya atılan paradır.


Hüseyin Murat Çinkılıç

24 Aralık 2010 Cuma

Kimisi rakamları olaylarla uzlaştırıp istatistiğe; kimisi akılla uzlaştırıp matematiğe varıyor. Ben yedi kat gök, yedi kat yerin ortasında 'yedi' yle bile uzlaşamıyorum. İçimden hangi sayıyı tutsam; bir yere varmıyorum..

Hüseyin Murat Çinkılıç

İzleyiciler