22 Kasım 2022 Salı

Kısa Tanrı Tarihi


-ve tanrı kadındı baştan
kasıklarında bulduğu ateşi 
bir patlamayla doğurdu
sonra duruldu döne döne
ve süt sağdı, ekin ekti, emzirdi
doksandokuz memesiyle
ağzı sonsuz boşluk olan evreni 
Avcılar eve gelmeden önceydi. 

Zeus muydu yıldırımı ok gibi kullanan
Baskında başı dik yay gibi kaldı kadın
Dimdik, donuk ve yenik baktı
Ateşini gizledi geceye, yıldızlara
Oyunla savuşturdu avcı vahşetini...
ve tanrı şımarık bir oğlana döndü...

Aşk ateşi küllendi Ağıtçı Hürmüz'ün
Destancı Ehrimen çiftçiliğe
Buyrukçu Musa çobanlığa başladı
Hikâyeci İsa marangozluk yapardı
kötürümlere değnek, körlere ışık diye
şair Muhammed borsanın en uzun
vadeli yabancısıydı
Issız çölde deve çanlarını 
kâinat uğultusu gibi dinlerken
çölün dinmez ateşini evren diye içerdi...
ve tanrı henüz gençti ve erkekti... 
Yalnız olmasın da ne yapsındı. 

Ehrimen'i duasına çıktığı yağmur boğdu 
İsa yonttuğu ağaca çivilendi
Güttüğü koyunlar yedi Musa'yı
Muhammed'in tebaası
petrol borsasına yatırdı develerini ve kaybetti
sonra, ya sonra...
"...tanrı kalpten öldü!" 
...ve zaten yaşlıydı ve erkekti... 

Avcılar kaldırdı cenazesini...

"Tanrım beni niye yalnız bıraktın!" 

Mustafa Köz

Resim: Benjamin West (1738-1820)

Bozgun


Bu büyük talanlar tam bana göre
önce sen sonra aşk, kılıçtan geçirin beni

boyum taş çatlasa bir yetmiş, yaşım şakaya gelmez

Kalbim yaralı serçe, aklım Çin ü Maçin'de..

 

Karada hep yitirdim, ruhumsa İnebahtı

bazen gürz, topuz, kalkan bazen de Grejuva

burcundan düşür beni, ele geçsin son kale.

 

Her bozgun yakışıyor, sözcükler lime lime

şiir yazdım, fal baktım, dolandım çarşı pazar

adım aşka hazır da soyadım kül içinde.

Mustafa Köz

21 Kasım 2022 Pazartesi

Boynumuzun Tanıklığı

Aşka çağıran yerimiz, boynumuz
Boynumuz yok sürekli asılmaktan
Böyle olduğu için o günden beri
Gökyüzüne bir dağ diye çizilir.
 
Herkes yolcudur ilk asılandan sonra
Bir kıyı denizini bırakır, martıları gider
Güvercinleri ölür
Buğday satan çocuğun sevincini kör eder.
 
Bir buluşma değil bu sevgiyle karılan
O günden sonradır yaşanan bu titreşim
Akan bir suyun biçimini alarak
Buharlaşırken bıraktığı boşluk
Toprağına ulaşır ve durmadan gömülür
İpek olanın, pas düşer bıçağına.
 
Kulaktan kulağa fısıltıyla söylenir
Merak edilir yanyana iki el
Devamlı yalnızlık bir sır diye yaşanır,
Eskimez hiçbir zaman
Tenha bir kasabada ölmenin sesi,
Uzaklık yaşlanır ama
Yanmakta olan bir kent gibi durur.
 
Tarih, yalancı tanık
Neler oluyor bilmek istersem, ipek yırtılır.
 
Veysel Çolak
(Adam Sanat 97, Aralık 1993)

Sadece Ses Kalıcıdır

 

Ne için durmalıyım? Ne için?

Kuşlar çoğul maviliği aramaya gitmişler
Ufuk dikeydir,
Ufuk dikeydir ve hareket fıskiye gibi
Görünümde ışıklı yıldızlar oynuyor
yeryüzü, yükseklikte kendini tekrarlıyor
Ve gökyüzü kuyuları ilişki bağlantılarına dönüşüyor
Ve gündüz öyle geniştir ki
gazetenin küçük beynine sığmıyor.

Ne için durmalıyım?
Yol hayatin kılcal damarları arasından geçiyor.
Çevrenin niteliği tüm kokuşmuş hücreleri öldürecek
Ve şafağın kimyasal atmosferinde
Sadece ses kalacak,
Zaman zerreciklerine bağlanan ses.

Ne için durmalıyım?
bataklık; kokuşmuş böceklerin çoğaldığı yerden
başka ne olabilir?
Morgun benliği ölülerin şişmiş cesetlerinden ibarettir.

Ve ateş böceği... AH
Ateş böceğinin konuştuğu an
Karanlıktaki alçak adam koflanan
erkekliğini gizliyor

Ne için durmalıyım?
Kurşunlu harflerin işbirliği boşunadır
ve kurşunlu harflerin işbirliği
bu değersiz düşünceyi kurtarmaz.

Ben ağaçların soyundanım
Ve bu "bayat" havayı solumak kederlendiriyor beni,
Ölen bir kuş uçuşu unutmamayı öğütledi bana
Tüm güçlerin sonu güneşin gerçeği
ve ışığın bilinciyle birleşmekten ibarettir,
birleşmek.

Yel değirmenlerinin çürümesi doğaldır,
ne için durmalıyım?
Ben yeşil buğday salkımlarını
göğsüme alarak, sütle besliyorum,
Ses,ses, sadece ses,
su akışının sesi
ve dişi toprak kabuğu üzerine
yıldız ışığının düşüş sesi ve aşkın yayılma sesi
Ses, ses, sadece ses kalıcıdır.

Cücelerin ülkesinde
Sıfır üzerine dolaşıyor ölçü mihenkleri
Ne için durmalıyım?
Ben dört unsura itaat ediyorum
Ve yüreğimin yasalarını
körlerin yerel hükümeti düzenlemiyor.

Böceğin etle sarılı boşlukta, yararsız dolaşımı ve
vahşice ulumalar
beni ilgilendirmiyor.

Beni çiçeklerin kanlı soyu yaşamaya sorumlu kılmış
biliyor musun? Çiçeklerin kanlı soyu.

Furuğ Ferruhzad

Çeviri: Cavit Mukaddes


Bütün Güneşleri Yalnızlıklar Doğurur

 

Şubat ortasında ılık bir gece
Gecenin ortasından Nil geçiyor yumuşacık
Zaman gibi aktığı görünmeden
Sonsuz gökte tek yıldız kocaman

Senin aklında hiçbişey
Benim aklımda herşey sandığım tek şey Yanyana ama can cana değil
Ne denli uzaklaşmışız birbirimizden

Dürbünün iki ucundan bakıyorum
Bu çöl gecesinde küçüle küçüle yitiyorsun
Bir de bakıyorum şiirime doğmuş bir güneşsin
Artık biliyorum bütün güneşleri yalnızlıklar doğurur 

Aziz Nesin (Varlık 1032, Eylül 1993)

"Her şeyi anlamak zorunda değilsiniz."


“Her şeyi anlamak zorunda değilsiniz. Anlamak yalnızca dünyayla ilişkimizin bir düzeyinden ibarettir; tümü değil.” 

Ulus Baker

 


Sarı Mızıka


Kısa yaz geceleri ne iyidir
Ay ışığında balkonlar çiçeklere yürür
Leylak sesi caddelere
Kuşlar uçar giderim hızla geçer otobüsler
Üstümde bol dökümlü rengârenk bir gömlek
Ben bazan yepyeni bir adam olurum

Sonra balıklar gider kuşlar açar
Dünya çalışan insanlarıyla güzeldir

Ben bazan yenilenir iyi bir adam olurum
Ablalarla, çocuklarla, kuşlarla 
Ölgün ışıklarını yakan şehir alır yüzümü
Yürürüm yolun sonuna kadar
Yüzümde bir kitabın sondeyişini
Bitirmiş mutlu adam hali

Ay yenilenir aşk uçar büyük insanlığa
Bir sardunya balkonda 
Büyük insanlık sur dibinde uyumaktadır
Gide gide bütün şehir uyumaktadır
Dopdolu bir geceyi, derin denizleri
Ben yürürüm cebimde bir şişe konyakla

Ben bazan duru bir adam olurum
Bir Kafka’yım Kayseri’de, gece infazlarını önlemeye çalışan
Şu son doğan ay otel tentelerini tazelerken 
Sabahçı kahvelerine bir yol uğrayan
Delifişek yazdan bir kuş
Sivas’tan bu yana uçup gelen
Yakılan Metin Altıok’un huthut kuşu
Behçet Aysan’ın horon ve sirtaki seyreden kuşu
Asım abinin külrengi kuşu
Kuşlar kıyısız bir temmuza akabilir kardeşim

Ay ışığında faytonlar yok istasyonda
Ben bazan gecenin dönemecinde istasyonu bulurum
İçimde rengârenk mevsimlerin birikimi
Yaprak yaprak dökülür 
Yürürüm ağzımda sarı bir mızıka 

Ahmet Ada  (Yeni Biçem, 7 Kasım 1993)

Nurhan Orhon (Resim, Suluboya)

18 Kasım 2022 Cuma

Saklı Kalan


Günlüğü eksik tutulan güz
usulca çekilmiş de kıyıya
bütün gürültülerden uzakta
eğiriyor suların köpüğünü
Belli ki duymuyor dağların
uğuldayan yalnızlığını

Bekleyişin ve acıların
uğultusudur yalnızlıklar
Kimi kez kuşatabilir büsbütün
doğayı, aşkı ve yaşamı
Ama kayalıkların karanlıklarına
hiç sığar mı bir dağın yalnızlığı

Bir çiçek bile doldurabilir
uçurumların derin oyuklarını
Oysa o bir çatlaktan fışkırıp
bir yangın gibi büyüyendir
Belli ki duymaktadır kalbinde
aşkın saklı yalnızlığını

Anımsanan ne varsa şimdi
biraz acıya dönüktür yüzü
ve solgun bir gülümseyiş
gibi sararken sessizliği
taşır bekleyişin gizinde
aşkın saklı yalnızlığını

Günlüğü eksik tutulan güz
eğirirken suların köpüğünü
ey alıngan susuşundan üzünç
gibi öfkesinden kan sızan
kalbini suların göğsüne bastır
duyacaksın kalbimizin atışlarını

Ahmet Telli

17 Kasım 2022 Perşembe

Horus


Tanrı Kneph sarsıyordu evreni titreyerek:
Ana İsis, o zaman doğruldu yatağından,
Baktı şöyle yabani kocasına bir zaman,
Ve parladı öfkesi yeşil gözlerinde pek.

"Bakın, dedi ana, densiz yaşlı, uyuyor pek,
Bütün kışları dünyanın geçmiş onun omuzundan,
Tutun ayağını, görmeyin gözünü aman,
Volkanlar tanrısı, kışlar kralı bu, gerçek!

Savuşup gitti kartal, düşüncem dedi bana,
Onun için sarındım Cybèle'in fistanına...
Pek sevilen oğlu bu Hermes'le Osiris'in."

Gitti tanrıça yaldızlı sedefi üstünde,
Denizler gönderdi o cânım gölgesini de,
Pul pul donandı gökler kuşağıyla İris'in.
Gérard De Nerval
Çeviren: Abdullah Rıza Ergüven
*Horus: Antik Mısır mitolojisinde gök tanrısıdır. Osiris ve İsis'in oğludur.

16 Kasım 2022 Çarşamba

Hasan Beyin Kitabı Çıktı !..

 


Eğer işiniz yazarlık değilse, o akşamki sevincimi anlamanız zordur. O gün akşama kadar biyerlerden üç beş kuruş gelir diye bekledim, gelmedi. Romanımın tefrika edildiği gazeteye gittim. Bütün paraları kağıda yatırmışlar. Hikâye yazdığım dergiye gittim.

- Bugün para ödeme günümüz değil, dediler.

Fıkra yazdığım gazeteye uğradım.

- Bir sürü avans çekmişsin. Veremeyiz! dediler.

Kitabımı basan yayınevine uğradım. Orada da para yok.

Gün, Haliç'in batak kokulu sularında sönerken, benim de son umudum erimişti. (Şiir gibi laf ettiğimi lütfen kabul buyurun!)

Ankara caddesinden aşağı inerken,

- Hay şu parayı icat edenin... diye sövüp sayıp duruyordum kendi kendime.

Arkamdan biri,

- Hasan Bey! diye seslendi.

Adını, sanını, neyin nesi olduğunu bilmediğim biriydi ama sık sık görürdüm. Selâmlaşırdık da...

- Kaç gündür sizi arıyordum, dedi.

Arayan polis, savcılık, icra memuru, alacaklı olmazsa, aranmak güzel şeydir.

- Bir dergi çıkaracağız, sizden de yazı rica ediyoruz.

İçimde nasıl bir umut ışığı yandı anlatamam. Hemen yol üstünde, şişkin çantamı bir dizime dayadım. Çantamdan çıkardığım tomarla yazılarımı övmeye başladım.

- Nasıl bir yazı istiyorsunuz? Bunlar aşk üzerine... bunlar macera yazıları... bunlar oturaklı yazılar. Hikâye isterseniz, birkaç hikâyem var, "şaheser" vallahi... Yoksa şiir mi istiyorsunuz? Şiir de var. Eğer edebiyat dergisiyse eleştirme vereyim. Yok bir fikir dergisiyse inceleme yazılarım da var. Yoksa magazin mi çıkarıyorsunuz? Öyleyse size seksoloji üzerine bir yazı vereyim.

Malın bu kadar bolluğu karşısında adam şaşırdı. Akşam pazarı diye çantamı dolduran bütün yazıları on liraya verebilirdim. O bir mâcera hikâyesi seçti. Ayaküstü hikâyenin konusunu bir anlattım ki adam heyecanlandı. Bu anlattığımla hikâyenin ilgisi var mı, yok mu bilmiyorum. Ne olursa olsun ben on lirayı cebime koymuştum.

Beni asıl sevindiren iş bundan sonra oldu. Köprüye gelince, bir de baktım bütün gazete satıcıları bar bar benim adımı bağırıyorlar. Doğrusu bu, bir yazarın hoşuna gider. Bir yazarın adının bağırıla bağırıla kitabının satılması ne demek! "Satılması" mı dedim? Kitabı satmak için gazete satıcıları bağırıp duruyor ama, kimsenin bir tek kitap aldığı yok. Ne kitap alıyorlar, ne de aldırış ediyorlar.

- Hasan Yazman'ın kitabı çıktı!

Köprünün Kadıköy iskelesindeki bütün gazeteciler böyle bağırıyorlardı.

Dudaklarımı tutamadım. Birden ağzım yayıldı, genişledi. Sonra, birisi beni böyle görür de tefe koyar diye kendimi toparlamaya çalıştım ama, elde mi? Kulaklarıma varan ağzımı bitürlü toparlayıp, dudaklarımı birleştiremiyorum. İki dudağım, sanki yedi beygir kuvvetiyle gerilmiş, birbirinden ayrılmış. Dudaklarıma söz geçiremeyince, hiç olmazsa ele güne karşı dişlerimi gizlemek için elimle ağzımı kapadım.

Beni kınar mısınız bilmem. Sizin de bir kitabınız çıksın, gazeteciler adınızla bağırıp kitabınızı satmaya çalışsınlar da bakalım ne oluyorsunuz? Hoşunuza gider mi, gitmez mi? Uzaktan bakıp insanlarla alay etmek kolay.

Gazeteci kulağımın dibinde direk direk bağırıyor:

- Hasan Yazman'ın kitabı çıktıııı...

Sesi de beter mi beter ama bana dünyanın en yanık, en içli sesiymiş gibi geliyor.

- Hasan Yazman'ın kitabı çıktı.

Her yandan kendi adımın, kitabımın adının bağırıldığını duyuyorum. Sanki akşamın o saatinde Köprü iskelesindeki kalabalık arasında değilim de, ılık esintili bir ormandayım. Dört bir yanımdan altın sesli bülbüller şakıyor:

- Hasan Yazman'ın kitabı çıktı...

Durup dinliyorum, durup bakıyorum. Sarhoşluk diye işte ben buna derim. Ama yavaş yavaş şu insanlara kızmaya başladım. Şunca kalabalığın içinden biri, gazetecilerin çığlıklarına kulak asmıyor, ne dersiniz? Başlarına bile çevirmeden geçip gidiyorlar. İçimden ortaya fırlayıp

- Sağır mısınız? Duymuyor musunuz? diye bağırmak geliyor.

Bre Tanrı kulları, içinizden bir kişi de, "Şu Hasan Yazman neler yazmış bakalım..." diye bir kitap almaz mı!

Vallahi almıyorlar. Haydi Hasan Yazman'a acımıyorsunuz, demindenberi bağırmaktan damakları kuruyan gazetecilere de mi acımıyorsunuz? Kişioğlunun yüreğinde bir çimdiklik acıma duygusu kalmışsa yuh olsun bana. İnad etmişler, almıyorlar işte...

Gazetecilerin ağzından adımı, duymaktan büyülenmişim de oradan bitürlü ayrılamıyorum. Bir tanıdık beni böyle görüp, alay edecek diye de çekiniyorum.

Efendim, biz okumuyoruz. Okumayınca ne olur? Memleket ilerler mi? İlerlemez elbet... İşte ilerlemiyoruz. İskele öyle kalabalık ki bir adım bile ilerleyemiyoruz. Şurdan bir kitap alsanız ne olur sanki... Batar mısınız? Yok, yok, biz okumuyoruz. Okumayınca da sonumuz kötü. Neye ilerlemediğimiz şimdi anlaşıldı. Birtakımları, tutulan balıkları beceriksizliğimizden satamayıp denize döküyoruz da ondan bitürlü ilerliyemiyoruz, diyor. Üniversiteye muhtariyet verilmediği için ilerliyemediğimizi söyleyenler de var. Kimisi de çöpleri sokağa attığımız, yollara tükürdüğümüz için bitürlü ilerliyemediğimiz düşüncesinde. Bana kalırsa, ilerlemeyişimizin nedeni ne denize dökülen balıklar, ne üniversite muhtariyeti, ne de yollara tükürmemiz. Okumuyoruz da ondan. İnsan şuradan bir kitap almaz mı yahu?

Gazetecilerin bağırmalarına dayanamadım, içim acıdı. Yavaşça birine sokuldum, iki lirayı uzattım.

- Ver şu Hasan Yazman'ın kitabından, dedim.

Gazeteci,

- Bir tane mi? dedi.

Param olsa hepsini alırım ama, bende o şans nerede? Bir yazar, adının şöyle rezil olmasındansa, en iyisi kendi kitaplarını kendisi satın almalıdır.

Gazeteciden aldığım kitabı kimse görmesin diye hemen çantama attım. Bir bildik görürse, yarın Babıâli'de, "Kendi kitabını satın alıyor enayi!" diye davul çalar.

Ben bir kitap alınca gazeteci coştu. "Yangın var! İmdat!" diye bağırır gibi,

- Hasan Yazman'ın kitabı çıktı! diye bar bar bağırıyor, iskeleyi çın çın öttürüyor.

Artık kendimi zor tutuyorum. Neredeyse,

- Yurttaşlar! diye bağıracağım. Şu gazetecilerin çığlık çığlık Hasan Yazman diye bağırdıkları adam, işte benim. Bu kitabı da ben yazdım!

İskeledeki gazete satıcılarının arkasından fırfır dönüyorum. Yanılıp da bir insanoğlu da benim kitabımdan alacak mı diye kolluyorum. Hayır, almıyorlar. Artık buna dayanılır mı? Bu sefer başka bir satıcıdan bir kitap daha istedim. O da,

- Bir tane mi? diye sormasın mı!

Şuna bak hele... Bulmuş da bunuyor. Şurda benden başka kitap alan var mı? Toptan kaldıracak değilim ya...

Ben kitabı alınca satıcı öyle bir aşka geldi ki, bağırmasından insan sağır olacak.

Derken iskelenin kapısı açıldı, vapura dolduk. Gazete satıcıları da bizimle birlikte vapura girdiler.

- Hasan Yazman'ın yeni kitabı çıktı... diye bar bar bağırıyorlar.

Dört bir yanıma baktım, tanıdık kimse yok, yavaşça bir kitap daha satın aldım. Hani ben kitap alırsam, gazete satıcıları büsbütün bağırınca başkaları da alacakmış gibi görünüyor. Ne gezer... Benimkisi avuntu.

Vapur bir kalksa, satıcılar da vapurdan iskeleye doğru atlarlar, ben de bu sıkıntıdan kurtulurum. 

Efendim, en iyisi yazar dediğin zengin olacak. Kitaplarını bedavaya dağıtacak. Okuyanlara da ayrıca para verecek, ya da birer hediye alacak. Şu gazete satıcıları da bu kadar bağırıp çağırdıktan sonra bir kitap satılmazsa, artık ne yapsan satılmaz.

Vapur bitürlü kalkmıyor. Ellerinde benim kitabım, salona gazete satıcılarının biri girip biri çıkıyor. Bir kitap daha alacağım ama, üst üste kitap aldığımı görenler kitabı benim yazdığımı çakacaklar. En iyisi yer değiştirip, başka bir yerde kitabı satın almak. Güverteye çıktım, Orada da,

- Hasan Yazman'ın kitabı çıktı! diye bağırıyorlar.

Her yerde adım geçiyor diye sevindim. İster satılsın, ister satılmasın, satıcılar adımı bağırıyorlar ya. Bir kitap da güvertede aldım. Hem ben neye kaygu çekiyorum kuzum? Bu benim kitabım hiç satılmasa gazeteciler boyuna adımı bağırırlar mı böyle? Elbette satılıyor. ama terslik olacak, satıldığını ben göremiyorum. Birisinin aldığını bir görsem, hemen atılıp,

- Satın aldığınız o kitabın yazarı benim, adınıza imzalayayım... diye elinden alacağım. Ama bitürlü kitabımı alanı göremiyorum.

Cebimde de sattığım yazıdan ancak bir kitap daha alabilecek para kaldı. Gazete satıcılarından birinin arkasına düştüm. Bakalım, bir tane olsun satabilecek mi diye izliyorum. Kimse görmesinde diye de köşeleri siper alıyordum.

Düdük öttü, vapur kalkmak üzere. Son paramla bir kitap daha alıp hiç olmazsa satıcıyı sevindirmek, hem de coşturmak için ona doğru giderken, iki gazete satıcısı karşılaştı. Ben makine bölmesini siper almıştım. Biri öbürüne,

- Sattın mı? diye sordu.

Öbürü de,

- Bırak yahu, dedi. Ben böyle cimri yazar görmedim. O kadar bağırdım da topu topu bitek kitap aldı.

- Benden hiç almadı ya...

- Ben yazar diye Rıza Bey gibisine derim. Kitabı çıkınca onar onar alır.

İskele çekilirken vapurdan atladılar.

Köprüdeki gazete satıcılarının bütün yazarları tanıdıklarını ben nereden bileyim? O günden sonra kitabım çıktı mı Köprünün Kadıköy iskelesine bir ay uğramam. Kendi kitabımdan onar onar alacak param olmuyor da ondan. Hiç olmazsa gazete satıcılarının yanında iki paralık olmayalım.

Aziz Nesin

Deliler Boşandı. S.57-63  (Tekin Yayınevi, 5.Basım, 1975)





14 Kasım 2022 Pazartesi

"Bir Fotoğrafı Anlamak"

 

"Fotoğraf görülmüş olanı kaydederken daima ve doğası gereği, görünmeyene de işaret eder." 

"Gösterdiği şey, gösterilmemiş olanı akla getirir."

"Buz güneşi, keder trajediyi, tebessüm hazzı, beden aşkı, yarışı kazanan at katıldığı koşuyu çağrıştırır."

John Berger,  "Bir Fotoğrafı Anlamak"  adlı kitabından

13 Kasım 2022 Pazar

 



"Bilgelikle mücehhez olmuyorsa bilgi, aslında, yükten ve çöpten farksızdır."

Ercan Kesal

Mücehhez: 1- Donanmış 2- Hazırlanmış, hazırlıklı (Sıfat)

İzleyiciler