1 Mayıs 2025 Perşembe

Gece Yarısı Konuşmaları / İkinci Gece

dedim ki bir sokak karanlıksa
evlerin içi de öyledir
dedin ki evlerin içi aydınlıksa
sokak da öyledir 

dedim ki bir rüya sabah unutulursa
gün hep şaşkınlıkla biter
dedin ki gün anlamsız bitmişse
gece düş kırıklığıyla başlar

dedim ki insan taşa takılıp düşerse
yer ondan af diler
dedin ki yerden toz kalkarsa
insan toza bile küfreder

Özgün Enver Bulut


30 Nisan 2025 Çarşamba

Angina Pektoris

Yarısı burdaysa kalbimin
yarısı Çin'dedir, doktor.
Sarı nehre doğru akan
ordunun içindedir.

Sonra, her şafak vakti, doktor,
her şafak vakti kalbim
Yunanistan'da kurşuna diziliyor.

Sonra, bizim burda mahkûmlar uykuya varıp
revirden el ayak çekilince
kalbim Çamlıca'da bir harap konaktadır
her gece,
doktor.

Sonra, şu on yıldan bu yana
benim, fakir milletime ikram edebildiğim
bir tek elmam var elimde, doktor,
bir kırmızı elma:
kalbim...

Ne arteryo skleroz, ne nikotin, ne hapis,
işte bu yüzden, doktorcuğum, bu yüzden
bende bu angina pektoris...

Bakıyorum geceye demirlerden
ve iman tahtamın üstündeki baskıya rağmen
kalbim en uzak yıldızla birlikte çarpıyor...

Nâzım Hikmet Ran


Memleketimin Şarkıları

Ben, bizden olan bütün insanların dostu;
Adı, haritalarda bile bulunmayan
Bir köyündenim Anadolu'nun.
Güzel şeylere hasrettir memleketim,
Güzel şeylere hasret bu dünya.
Yıllardır, kanda ve ateşte mısralarım
Yanan şehirlerin,
Ağır tankların tekerlekleri arasında.
Biliyorum,
Yaylım ateşlere girilmiştir gönlümüzce
Pasifik kıyılarından Volga'ya kadar.
Benim arzumanım kaldı
Hürriyet boylarında tank oynatanlarda.
Bütün kıtalarda
Tulu arzda, islam içinde, küffar içinde
Mülhit, mümin ve vatanseverim.

Fakir, cefacı topraklarım içinde
Mendil tutanım, diz vuranım, baş çekenim
Zeybekte, halayda, tamzarada...
Ben küçük Yusuf'um Çit köyünde
Çapak çapak ela gözlerim;
Kıl keçim kısır, annemin memesi yara.
Benim saçlarım belik belik,
Bıyıklarım burma burma
Gözlerim kara kıyma renginde, ama
Erzincan oynamış ağlamışım
Irgatlık etmişim el kapısında.
Dolu vurmuş bahçelerimi,
Çekirge inmiş tarlarıma.
Ben bir yolcuyum hemşeri
Manisa bağlarından geçtim
Aydın incir tarlalarından.
Çığlıklar getirdim
Üzümleriyle beraber çürür gibi düşen
İnsanlarımdan.
Sıcak tuzsuz gevreklerinizi yemişim
Alaca karanlıkta... Buca'lı işçilerim.
Unutur muyum seni
Derdini, ekmeğini bölüştüğüm
Türküleriyle bizi ağlatan memleketlim.
Karadeniz'in Rumelikarı tütünü,
Bende türküler oldu ağlamaklı,
Bende türküler oldu dizim dizim.
Doldurdum sineme, ciğerlerime,
Doldurdum derdi mihneti
Pamuk tozunu, kömür tozunu;
Memleketimin şarkıları kadar acı çektim.

Ben Ahmet Çavuş'um
"Attığım kurşunlar gitmezdi boşuna
"Şimdi kuzgunlar iner taze leşime".
"İki kere kesemden everdiğim"
Dost dediğim kıydı bana.
Ben Kürtoğluyum derim ki "Yiğitlik kadim"
Ben Nazif'im "Urfa'ya karşı vurdular beni"
Ağlasın Urfa.
Ben şairim
Halkların emrinde, kolunda, safında.
Satırlarım vardır kahraman,
Satırlarım vardır cılız, cesur ve sıtmalı.
Ahdim var :
Terli atlet fanilalı göğüslerden
Püfür püfür geçeceğim.
Bir de aşıkım, kanlıbıçaklı
Yar için serden geçeceğim.
İnan ki ciğerparem, inan ki sevgilim
Bu hususta :
"Üçten, beşten, senden geride kalan değilim"

Enver Gökçe

Resim: Fikret Otyam


Kuşatma

Ben gurbete  gidiyorum
Bağlayın yaramı
Uzun bir türküyle
Belki dönerim anacığım
Belki dönmem
Çok başlı dağların ardında
Ayrılığa takılmış ayaklarım

Ben yurdumu özlüyorum
Otumu böceğimi
İnsanımı  özlüyorum
Kendi elimle yapıyorum
Birbirinden uzun günleri
Güzellerle kuşatılmış 
Dörtbir yanım
Çirkinliğimi özlüyorum

Çok başlı dağların ardında
Gökten altın yağdırıyorlar
Kuşsütü sağıyorlar
Demir ineklerden
Uygarlıkla kuşatılmış
Dörtbir yanım
İlkelliğimi özlüyorum

Geleceğimi yeşertiyor
Tohumun geleceği
Gözlerimle kokluyorum
Cennetteki yapma gülleri
Meleklerle kuşatılmış
Dörtbir yanım
Şeytanımı özlüyorum

Biliyorum
Çıktıkça küçülecek yokuş
Büyüyecek güzel atım
Yürüdükçe çoğalacak ayakları
Çoğalacağım üstünde ben
Düşmemi beklemeyin
Sevgilerle kuşatılmış 
Dörtbir yanım

Ali Yüce


29 Nisan 2025 Salı

Bu Ne Biçim Hayat

Bu ne biçim Postacı 
Üç defa çalıyor kapıyı 
Bu ne biçim kel 
Hem merhemi var 
Hem sürmüyor başına  
Bu ne biçim biçimler 
İstediğiniz kadar çoğaltılabilir 
Memleket çok müsait buna 
Örneğin yeni bir komşu taşındı karşıya 
Bir baktım Fahriye Abla! 
Kırk yıllık bir rötar yapmış 
Erzincan Treni 
Ben gelmişim şu yaşıma  
O ise şiirdeki yaşından gün almamış daha 
Benimki ne biçim hayat 
Uymuyor ne gördüklerime 
               ne duyduklarıma  
               ne okuduklarıma  
Ben  ne biçim benim 
Ne kendime benziyorum 
Ne başkalarına  

(23 Haziran 1991,Ludwigshafen)

Murathan Mungan, Mürekkep Balığı, Metis Yayınları




Ben Gerçekten Hastayım

Benim bir aklım var bana yetmiyor.
Çavdar tozuyla besledim, köpüçle* dövdüm
kuruttum kanda. Balık yağı istedi yaraya
Taze tarçın, soğuk bir oda, kaynar suda,
Eyi gelir deyip keneye, çamura yattım
Kasıla kasıla geçse karga başlarım küfre.
Ben gerçekten hastayım, size baktıkça.
Ya kalbim çok büyük, ayaklarım upuzun.
sürekli buruşuyor bağırsaklarım, basıyor ateş,
fırlıyor boynumdan şah damarım.
Sırtımdaki yükle illam! çıkacam yokuşu,
dilimle yalamadan terimi, anlamam dünyayı.
Her gün çimçiklerim bir yarayı, ya ölmüşsem.
Annem kurtlu, derdi, babam tezcanlı.
Ben gerçekten hastayım, size baktıkça.
Köpekle boğuştum, gövdemde uyudu yılan
mazgalları devirirdi sıçanlar gardiyanlar horlarken.
Duttan düştüm, erikten düştüm, kirazdan düştüm
çatıdan düştüm, dolmuştan düştüm, en çok aşktan.
Aynı yerden yüz kere kırdım bacağımı.
Bir hırkam vardı bıraktım ayazda,
Tek asam, verdim kör bir kambura.
Ne ev ne ocak ne kadın ne oğul tuttu beni.
bir şiirde kaldım usul usul varacakmış denize.

Ben gerçekten hastayım, size baktıkça
benim bir aklım var bana yetmiyor.

Köpüç: Tokaç

İsmet Alıcı

Resim: Ekrem Kadak


27 Nisan 2025 Pazar

Elinden Tutun Günü

Günü elinden tutuyorum
Öyle ürkek
Ben tutmasam karanlığa düşecek
Karanlığa düşecek sevgiler
Kapılarınızı yalnızca nefret çalacak,

Ağır ağır yükseliyor bir davulun sağır sesi
Birer birer düşüyor ağaçlar, orman seyreliyor
Tutun elimden, elimden tutun yoksa
Bu canavar sessizlik, bu yılgınlık, bu ölüm,

Sabırsız ayak sesleri ne toplaşıyor, ne dağılıyor
Kararsız külrengi bulutlar, ne zaman yağacak yağmur
Hani nerede yıldırımlar, gökgürültüleri nerede
Yalnızca bu sağır davul
Tenimde ağır ağır
İşleyen bu hançer,

Günü elinden tutuyorum
Elim alev almış gibi yanıyor
Yanıyor karanlık, kızıl, koyu, et kokusu, kül ve kan
Kentin bacalarından savruluyor durmadan
Durmadan, altından geçiyor köprülerin
Durmadan sarıyor kuleleri
Durmadan sızıyor caddelerden
Büyüyor, büyüyor, büyüyor
Bu canavar sessizlik, bu çılgınlık, bu ölüm,

Beynimin çıkmaz sokaklarında
Giderek artıyor çekiç sesleri.
Yankılanıyor kentin alanlarında
Tahtayı tutkuyla kucaklayan çivi,
Yaşam, yükselen darağacının kollarında
Uyuyan bir bebek gibi
Tabutunda sallanıyor.

Tuğrul Tanyol, Elinden Tutun Günü, Üç Çiçek Yayınevi


"İlyada’nın en dokunaklı yerlerinden biri Hektor’un, karısı Andromakhe’ye vedasıdır."

    "İlyada’nın en dokunaklı yerlerinden biri Hektor’un, karısı Andromakhe’ye vedasıdır.
    Hektor savaşa çıkmazdan önce karısı Andromakhe’ye ve bir kadın tarafından taşınan küçük oğlu Astyanaks’a gider. Andromakhe, kocasının ellerini ellerine alarak; 'Ey efendim, sen ki kocam olmaktan başka bana bir baba, bir ana ve kardeş oldun, burada kal, gidip de beni dul, evlâdını da öksüz bırakma' diye yalvarır. Hektor üzülür, öneriyi tatlılıkla reddeder ve kendisine savaş safının önünde bulunmak düştüğünü, öldüğü zaman onun kederinin ne denli acı olacağına üzüldüğünü söyler. (Çünkü Hektor öldükten sonra Andromakhe’nin oğlu Astyanaks, Akha’lar tarafından öldürülecek ve kadının kendisi başka erkeklerin tutsağı ve savaş kazancı olarak köleliğe sürüklenecektir). Hektor karısından ayrılmak üzere dönerken oğlu  Astyanaks’a kollarını uzatır. Babasının şiddetle parlayan korkunç miğferinden ürken çocuk ağlayarak çekinir. Hektor güler, miğferi başından çıkararak yere kor, ondan sonra çocuğu kolları arasına alır, okşar, sonra başını mavi göklere kaldırarak, 'Ey Zeus baba, gelecekteki yıllarda, bu oğlum savaştan dönünce, onu gören insanların, bu delikanlı babasından çok daha öte, demelerini senden yalvarıyorum!' diye dua eder ve çocuğu gülümseyen, fakat ağlayan annesinin kucağına verir. Andromakhe’ye de teselli yollu, 'Ağlama, hiç kimse, yazgısı olmayınca öldürülmez' der. Ve miğferini alarak  ayrılır. Andromakhe ağlayarak ona dönüp dönüp bakar."

Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı) 

Anadolu Efsaneleri, Bilgi Yayınevi, S. 60-61


25 Nisan 2025 Cuma

Ölünce

Bahara gömün beni
açan ilk çiçeğin soluğuna
suda yansıyan ilk ışığa
savurun gölgemi,

Bir ezgiye gömün beni
çalınsın dursun kederim
rüzgâra salın beni
bitmesin yolculuğum,

Bir damlaya gömün beni
dönedursun altımda evren 
bir dizeye gömün beni
eller farketmeden.
 
Tuğrul Tanyol, 

Şiirler-1, 1971-1984, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2018


24 Nisan 2025 Perşembe

Yarasaların Avlusunda

İnsanın
Ağzında güneşlerle uyandığı
Sabahlar bitti.
Ah ey büyümek denen uzun kış
Ölümün erken cümlesi
Şimdi hepimiz ışığı sönmüş evlerde
Geceden ve kederden yapılmış gözlerle
Pencerelerde kaybolmuş
Çocuğu arıyoruz.

Bir yalnızlık ki gölgesiz anısız
Bütün seslerin dışında
Bütün zamanlarla yaralı
Taşa dönmüş bir iç çekiş
Annesiz babasız lambasız
Bir gözyaşı akşamı
Yarasaların avlusunda
İçimize bağırıyoruz:
Ölüm ile ayrılığı tartmışlar...*

Kapılarımız
Gidenlerin yeni şarkılarla döndüğü
Zamanlara açılmıyor artık

* Karacaoğlan

Şükrü Erbaş

(Yarasaların Avlusunda - Kırmızı Kedi Yayınları, 2.basım, Şubat 2025)



Kambur

    "Ben pek sıradan bir kambur sayılmam. İspanyolların jorobado dedikleri türdenim. Önden bakınca cüce, arkadan bakılırsa koca bir tümsek. Nereden bakılacak, peki? Yandan mı? Olabilir? Bakışlarımın çok derin ve keskin olduğu kanısındayım. Ama bunu söyleyen hiç olmadı. Burnum içinse, 'burun' demek pek hafif kalır. BURRUNN demek (şeddeli) gerekir. Baktıkça pes diyorum. Tanrı beni bu şekilde yaratıp dünyaya gönderiverdi; ama, beni tekrar göreceğini düşünseydi, burnumun dörtte üçünü geri alırdı. Bu nedenle de, karşısında daha fazla kalabilmek için en korkunç suçları işliyorum. Saçlarımın önleri döküldü - daha doğrusu ben öyle sanıyordum; arkamdaki bir aynadan tepemin de açılmış olduğunu görene dek. Dişlerim gri-mavi ve öndeki iki tane birbirinin üzerine binmiş; bu nedenle ben onları tek diş sayıyorum. Neyse ki dudaklarım kalın değil. Özellikle üst dudağı kalın olan kimsenin melek gibi olmaktan başka çaresi yoktur; yanmıştır. En çok yakan şey ise, 'Yandım' derken dudaklarının aldığı şekildir. En çok sağ elimin küçük parmağını severim. Küçükken bir kazayla kopmuştu. Kimbilir nerelerdedir, neler beceriyordur. Bunlardan gocunduğumu sanmayın. Yaşama pek katılmadığım için, bu tür primler hiç ilgilendirmez beni. Çirkin insanlardan iğrendiğim kadar güzellerden de iğrenirim. Hatta diyebilirim ki, estetik kaygısındaki her şey iğrendirir beni."

Şule Gürbüz, Kambur, İletişim Yayınları, S.16-17


21 Nisan 2025 Pazartesi

Yoldaki Yalnız Kadın

Bir sakıncadır, bir tehlikedir bu 
hâlâ erkeklerin olan bu dünyada 
yürümek yalnız başına. 
Her dönemeçte bekler seni 
pususu saçma rastlantıların. 
Sokaklar yaralar seni 
meraklı bakışlarla. 
Yoldaki yalnız kadın. 
Tek savunman senin 
savunmasız olman. 

Düşünmedin erkeği 
dayanılacak bir destek gibi, 
yaslanılacak bir ağaç gövdesi, 
sığınılacak bir duvar gibi 
düşünmedin erkeği. 
Düşünmedin erkeği 
bir köprü, bir tramplen gibi. 
Yapayalnız çıktın yola 
eşit koşullarda tanımak istedin 
ve istemedin hiçbir şey erkeği sevmekten başka. 

Uzaklara gidebilecek misin, 
yoksa düşecek misin çamurlara? 
Bilmiyorsun, direngensin ama. 
Devirseler de seni yarı yolda 
gene de bir yerlere varmış olacaksın 
mutlaka. 
Yoldaki yalnız kadın 
Her şeye rağmen yürüyorsun 
Her şeye rağmen durmuyorsun. 

Hiçbir erkek 
yalnız olamaz 
bir kadın kadar. 
Karanlıklar diker önüne 
bir kapalı kapı. 
Geceleyin hiçbir kadın 
tek başına gidemez yolda. 
Ama güneş, bir gardiyan gibi tıpkı, 
açar uzayı sana 
tan vakti. 

Ama karanlıkta da yürüyorsun sen 
çevrene korkuyla bakmadan. 
Ve her adımın 
bir güvenlik belgesidir 
seni uzun süre korkutan 
erkek için. 
Adımlar çınlıyor taşlarda. 
Yoldaki yalnız kadın.
En sessiz, en yürekli adımlar
aşağılanmış toprakta, 
kendisi de yolda 
yapayalnız bir kadın olan toprakta.

Blaga Dimitrova    Çeviren: Özdemir İnce

Resim: Geza Farago, 1913


İzleyiciler