31 Ocak 2024 Çarşamba

İyilik Neye Yarar?

1.

İyilik neye yarar,
Öldürülürse iyiler çarçabuk,
ya da iyilik görenler?

Özgürlük neye yarar,
yaşarsa bir arada
özgürlerle tutsaklar?

Akılsız olmak madem ekmek sağlar herkese,
akıl neye yarar?

2.

İyi insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı,
iyilik beklenmesin!

Özgür insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı,
kavuşsun özgürlüğe herkes,
özgürlük sevgisi geçersiz olsun!

Akıllı insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı,
akılsızlık zararlı olsun!

Bertolt Brecht

Çeviri:A.Kadir (Abdulkadir Meriçboyu)

Resim: Juee Oberoi, Field of Hope


26 Ocak 2024 Cuma

Dünden ve Andan

elbette bizler
güneşin batışından kısa ömrümüzü
hiç bitmeyecek sayacağız

başka türlü
nasıl yaksın göğsümüzü
aramanın muğlaklığı

o yangi ki
hayat demektir
ve ödülü ölmektir

bir damla terde bir okyanus bulacağız
vaktin yasalarıyla kumar oynayacağız
mum ışığında günlük yazıp
bir daha okumayacağız

Elbette bizler
yarından medet umacağız
dünden ve andan medet umanların içinde

başka türlü
ne için uyanalım
bahar uykusundan

o bahar ki
uyanınca kaybolur
fakat yanında götürmez
yaşanmamış günlerin hatıralarını

rüyaydı diyeceğiz
tatlı bir rüyaydı.

Çağrı Sinci


Zaman Kırıntıları

Biz, zaman kırıntıları,
Zaman sinekleri,
Tozlu camlarında günlerin sessiz kanat çırpanlar
Ve lüzumsuz görenler artık
Bu aydınlıkta kendi gölgelerini!

Sanki siyah, simsiyah taşlar içinde
Siyah, simsiyah kovuklarda yaşadık biz,
Sanki hiç görmedik birbirimizi,
Sanki hiç tanışmadık!

Dünya bize öyle kapattı kendisini...

Neye yarar hatırlamak,
Neye yarar bu cılız ışıklı bahçelerde
Hatırlamak geçmiş şeyleri,
Bu beyhude akşam bahçesinde
Kapanırken üstümüze böyle
Zaman çemberi
Hatırlıyor yetmez mi
Güneşe uzanan ellerimiz!

Aynalar sonsuz boşluğa 
Çoktan salıverdi çehremizi,
Yüzüyoruz,
İpi kopmuş uçurtmalar gibi.
Biz uzak seyircisi bu aydınlık oyunun,
Birdenbire bulanlar içlerinde
Gülüncün sırrını,
Ne kadar benziyoruz şimdi,
Aynı tezgâhtan çıkmış testilere
Bir şey, bir şey kaldırdı bütün ayrılıkları!

Baksak aynalara
Tanır mıyız kendimizi,
Tanır mıyız bu kaskatı
Bu zalim inkârın arasından
Sevdiklerimizi.

Ben zamanı gördüm,
İçimde ve dışımda sessiz çalışıyordu,
Bir mezar böyle kazılırdı ancak,
Yıldırımsız ve baltasız,
Bir orman böyle devrildi!
Ben zamanı gördüm,
Kaç bakışta bozdu hayalimi,
Ve kaç düşüncede!
Ben zamanı gördüm,
Şimşek gibi bir ânın uçurumunda.

Kim tanır bizi şimden sonra,
Aydınlığı kıt gecemize
Misafir olanlardan başka;
Kuru tahta üstünde bizimle
Paylaşanlar günlerimizi
Ve benim gözlerimle bakanlar güneşe
Ancak tanır bizi
Mor çemberlerin uçuştuğu akşam sularından!
Akşamın tek bir ağaç gibi
Dal budak saldığı sular
Çocukluk rüyalarının bahçesi!
Sakın kimse el sürmesin dallara,
Yapraklar, meyvalar olduğu gibi kalsın
Benim uykum boyunca!

Ben zamanı gördüm,
Devrilmiş sütunları arasından
Çok eski bir sarayın
Alnında mor salkımlar vardı
Ve ilâhlar kadar güzeldi.
Uçmak için kanatlanmayı bekleyen
Yavru kuş gibi doğduğu kayada
Ben zamanı gördüm
Çırpınırken avuçlarımda.

Bak martılar kanat çırpıyor sana
Bir rüyadan kopmuş gibi bembeyaz
Yelkovan kuşları yalıyor suyu,
Sen ki bakışından yumuşak bir yaz
Gülümser en yeşil gecesinden
Ve sesin durmadan, durmadan örer,
Yıldız yosunu bir uykuyu...
Bak, martılar kanat çırpıyor sana.

Süzülen yelkenler var enginde,
Dalgalar var, güneş var.
Güneş ayna ayna, güneş pul pul
Güneş saçlarınla oynar
Omzundan tutar giydirir seni,
Sırtında tül olur belinde kemer
Boynunda inci
Ve dişlerinin zâlim çocuk sevinci
Birden Tanrılaşırsın genç adımlarında
Mevsimler önünde çözer yükünü
Bahçeler yığılır eteklerine!
Rüya ile
Hayal arasında
Hayal ile
Hakikat arasında
Yalnız sen varsın!
Gece ile
Gündüz arasında
Güneşle
Göz arasında
Yalnız sen varsın!

Niçin sen yaratmadın bu dünyayı?
Ellerinin mesut işaretlerinden
Daha güzel doğardı eşya!
Daha zengin olurdu aydınlık
Kendi karanlığından çağırsaydı sesin,
Sular başka türlü akardı
Sert kayalardan göklere doğru
Büyük, mavi, aydınlık sular!

Eğilme sakın üstüne
Kendi yeşilinde boğulmuş havuzların,
Ve bırakma saçlarını tarasın rüzgâr,
Durmadan çukurlaşan bu aynada!
Bilinmez hangi uzaklara götürür seni
Dudak dudağa öpüştüğün hayal!
Sokma güneşle arana,
İmkânsızın parıltısını!
Ve tanımadan, hiç tanımadan sev insanları!
Değişmenin ebedî olduğu yerde
Güzeldir hayat!

Ne kadar uzak, uzak
Yollardan gelir bize
Ve çok yabancı bir şey gibi sevinçlerimiz,
Keder durmadan çiçek açar içimizde.
Ne çıkar unuttuk hepsini!

Biz ki boş yere gerilmişiz anladık artık,
Yıldızların amansız çarkına
Ve boş yere sızlamış kemiklerimiz,
Bilmiyoruz şimdi, mevsim yaz mı, bahar mı
Bahçelerde hâlâ güller açar mı,
Bilmiyoruz, kadınlar, kızlar,
Şarkılar masallar var mı?
Gece ile gündüz,
Acıdan kaskatı kesilmiş yüz,
Uykusuzluktan harap göz, 
Öpüşen dudaklar,
Çözülmeye razı olmayan eller var mı?
Ayrılık var mı gurbet var mı?
Biz beyhude yere gecikenler,
Çoktan bitmiş bir yolun ucunda
Bilmiyoruz şimdi ıssız gecede
Ne yapar ne eder,
Gidip de gelmeyenler,
Beyhude bekleyenler!
Biz ayın çıplak arsasında
Savrulan zaman kırıntıları.
Nerden bilelim bunları!

Ahmet Hamdi Tanpınar

Resim: Frederick Childe Hassam, Sokak, 1910


Dünya Bu

Yüzüne çok gülerler: yüzde yüzü yalandır;
Menfaat kaygusudur hepsi, filân, falandır.
Alemin göz diktiği cebinde son kalandır.
Cebin delikse eğer vermezler bir yudum su,
Aldırma adam sen de... hepsi geçer, dünya bu!
Herkes ısınır sana mangalın dolu korken;
Hısım akraba çoktur kazanın kaynıyorken,
Dostların yüzü güler maymunun oynuyorken.
Hakikî dost ararsan ne o, ne bu, ne de şu.
Aldırma adam sen de... hepsi geçer, dünya bu!
Düşenin dostu olmaz: bir yol düş te görürsün,
zaman dostları sen ancak düşte görürsün.
Tatlı hülyanın sonu budur işte, görürsün:
Hiç birinin aslı yok, her şey fâni... bakî hu.
Aldırma adam sen de... hepsi geçer, dünya bu!
Gölü deniz zannettik, ince bir suyu Tuna,
Kardeş, arkadaş diye çok kandık şuna buna;
Meğer güzel yılları harcamışız boşuna.
Yazık ki giden gençlik gelmez geriye tuuu...
Aldırma adam sen de... hepsi geçer, dünya bu!
Bak bugün her tarafta esen rüzgâr sam oldu,
Her yer tutuştu, yandı; neşeler hep gam oldu,
Medenî Avrupalı değişti, yamyam oldu,
Deme: "Bu ne sakat iş? ne çılgınlık bu yahu?"
Aldırma adam sen de... hepsi geçer, dünya bu!

Halide Nusret Zorlutuna
Şiirimizde Taşlama, Şiir Antoloji, S.9, Ümit Yaşar yayınları, 1962


Eskilere Göre Yeniler

Zamane şairleri Yaniye Kâni derler,
İki satır dizince adına mâni derler.

Çaldıkları ıslığa saf şiir derler çoğu,
Çektikleri sıtmaya vahy-i rabbâni derler.

Altı saatlik ömrü olmıyan şiire bâki,
Altı asır yaşamış gazele fâni derler.

Nazma yumruk atanlar ya dâhidir, ya şair;
Musiki, renk ve mâna koyana câni derler.

Eskilerin bir ölmez şiir perisi vardı;
Yeniler böylesini görse zebani derler.

Eskiler ilham için gezerlerdi Adada;
Yeniler, ver elini mezeci Yani, derler.

Aynı adam sanırlar bütün sakallıları,
Abdülhak Hâmide Hamid'i sâni derler.

Devrin şiirlerinde her kim mâna ararken
Aklını oynatırsa, tesiri âni derler.

Eskiler böyle anlar yenilerin şi'rini,
Yenilere sorarsan, idraki mâni derler.

Çamdeviren sorarsa, kimdir hakikî şair,
Memleket yollarında Veyselkarani derler.

Faruk Nafiz Çamlıbel
Şiirimizde Taşlama, Şiir Antoloji, S.7, Ümit Yaşar yayınları, 1962


Hayvancasına

Hayvanca doğdu güneş bir sabah
gerindi bir kadınla erkek yataklarında hayvanca
rüzgâr hayvanca silkeledi kavakları
balyaların arkasında birbirine sarılmıştı gördüm
iki gemici hayvanca
nasıl hayvancaydı herşey bilseniz

kurşuna dizilmişti cezairli kardeşler
hayvanca esniyordu kadife koltuğunda bir babazade
ne savaş umurunda ne birleşmiş milletler anayasası ne sabah
esnemesini biliyordu yalnız hayvanca
nasıl hayvancaydı herşey bir sabah bilseniz

aklıma bir şiir geldi birden hayvanca
güllü bülbüllü
ver yansın ettim tüm küfürleri
hayvanca bakıyordu meselâ gözler boşluğa
çocukların bile hayvancaydı umudu
aklımdan ne geçiyorsa hayvancaydı
nasıl hayvancaydı ama herşey bilseniz

hayvanca doğdu güneş bir sabah
hayvanca doğduk
Hayvanoğlu hayvancasına

Tahir Pamir (Tahir Özçelik)
Şiirimizde Taşlama, Şiir Antoloji, S.67, Ümit Yaşar yayınları, 1962


Üniversite

Ben liseyi bırakıyorum müdür bey kusura bakma
Yürümeği öğreniyorum yeniden konuşmağı düşünmeği
Kırmızıdan başladım önce renkleri belliyorum bir bir
Papatya diyorlar yanına varıyorum hemen
Kırk beş gün yaşarmış arılar kelebekleri öğrenemedim daha
Sen hiç nezle oldun mu müdür bey öyle keyifli şey ki
Apansızdan apşırması sabah olur gibi bir şey

Bir saksı fesleğenim var evde
Aynı onun saçları gibi kokuyor
Bir saksı da sana alırız istersen

Can Yücel
Şiirimizde Taşlama, Şiir Antoloji, S.66, Ümit Yaşar yayınları, 1962


24 Ocak 2024 Çarşamba

Çarşı

Çarşıda bir baştan gelen fayton
Hey canım ne de geliyor ya!..
Bu güzel yaz günü
Sabah sabah
Bacak bacak üstüne
Elde cigara
Açılıp saçılmış
Kol bir yana
Gerdan bir yana
Allık sürme
Ver yansın
Kırmızılık
Değme gitsin
Kollar desen
Dizi dizi bilezik
Gerdan desen
İnciler sıra sıra
Kurulmuş faytona
Gelen kim?
Kim bohça gibi
Yayılmış yanına
Kim olacak?
Kemerden
Mamasıyla
Benli Zehra.

Çarşının ölgün bir vaktidir
Memurları işçileri arama
Çeyiz düzen, nişan düzen taşralılar
Annecikleriyle küçük hanımlar
Kaynanalarla yeni gelinler
Bir de...
Bir de bizimkiler.

Arabacı kürt Ali
Oğlum Ali
Evlâdım Ali
Mamanın dilinde
Varsa Ali
Yoksa Ali

Çek oğlum Ali
Çek Kuyumculara
Dur oğlum Ali
Bir çift bilezik
Çek oğlum Ali
Dur oğlum Ali
- Bizim paket hazır mı?
- Hazır hanım abla

Oğlum Ali çek
Oğlum Ali dur!
- Altı carse gömlek
Altı ipek külot
Sar şu pembe sabahlığı da
Allık çıkar
Pudra çıkar
Koku çıkar
Söyle kızım Zehra
Seç kızım Zehra
Gülüm kızım Zehra
Hanım kızım Zehra

- Size hanım abla
Emriniz
Bir baş örtüsü sar
Bana da
Baksana evlâdım
Bir ayağımız çukurda
Bundan sonra
Benim işim namaz niyazla

Necati Cumalı
Şiirimizde Taşlama, Şiir Antoloji, S.43,44,45, Ümit Yaşar yayınları, 1962



Mehmet Ali

Mehmet Ali’yi anası
İşe giderken doğurdu
Harbin bitmesinden üç ay önce.
Az süt emdi Mehmet Ali,
Az ışık gördü,
Az ısındı;
Duydu anasının yorgunluğunu,
Bol bol uyudu Mehmet Ali
Çocukların bedava uykusunu.

Zeytinyağı ve ekmek kadar
Kıttı hürriyet memlekette.
Büyüdüğü zaman akranları Mehmet Ali’nin
Her şey bol olur elbette.

Cahit Külebi
Şiirimizde Taşlama, Şiir Antoloji, S.30, Ümit Yaşar yayınları, 1962

23 Ocak 2024 Salı

Fotoğraf

Durakta üç kişi
Adam kadın ve çocuk

Adamın elleri ceplerinde
Kadın çocuğun elini tutmuş

Adam hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü

Kadın güzel
Güzel anılar gibi güzel

Çocuk
Güzel anılar gibi hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi güzel

Cemal Süreya
Resim: Marc Cuypers, 56x60 Soyut Çalışma, 2004



Anlatarak Anlıyorum


"İlk bakışta dünyayı birbirinden kopuk diyarlardan oluşan uçsuz bucaksız bir yer gibi görüyoruz. Buna bedenimizle gezegenimizin ölçüleri arasındaki fark neden oluyor sanırım.

Bu nedenle filanca milletle olan akrabalığımız, öte diyarlarda konuşulan dilde gördüğümüz benzerlikler, yaşayış biçimlerimizdeki ortaklık, aynıymış gibi görünen alışkanlıklar bizi hep şaşırtıyor.

Oysa tek bir insan ırkı var ve bir yerde iki ayağı üzerine dikelip gezegenin her yanına doğru yürüyüşe geçmiş.

Yeryüzü koca bir köy ve herkes herkesin akrabası. Tarih boyunca geliştirilen medeniyet, üretilen bilgi ve sahip olduğumuz her şey kolektif bir bilincin tarihsel bir ürünü.

Tüm eşitsiz gelişim süreçlerine rağmen bilgi üst üste eklenerek birikmiş, kendine egemenlik alanları yaratmış.

Tarihten günümüze bilginin ve bilmenin serüvenini 'anlatarak anladığım' bu kitapta, etimolojinin eğlenceli dünyasından pozitif bilime, tarihten iktisada, sanattan siyasete pek çok konuya birbiriyle ilişkili olarak kısaca bakacağız."

Özgür Atak Öztürk, Anlatarak Anlıyorum, Dakam Kültür Yayınları, Ocak 2024

https://www.instagram.com/anlatarak_anliyorum/

www.shopier.com/ShowProductNew/products.php?id=23179287



5 Ocak 2024 Cuma

Kaç çaba eder ki yaşam?


Canlı türü olarak insan, yaşamsal hareket yeteneğine kavuştuğu andan itibaren, diğer hareketlerine itki gücü oluşturan "çaba" ile karakterize olur. 

"Çaba" iradi hareketlerimizin başlangıç nedenidir. Çaba, bir amaca yönelik kurgudur ve önce doğal tatmine yönelir; arzu ve korunma. Arzu, canlı varlıklarda fiziksel bir iştah ile kendini açığa vurur ki; açlık, susuzluk, cinsellik, uyku bu tür iştahlardır. Diğer tür çaba ise, sakınma, kaçınma vb. korunma halleridir ve doğal tatmin gibi yaşamı devamlı kılmaya, tutunmaya, hayatta kalmaya yöneliktir. Buradan hareketle, canlı organizmayı çabaları anlatır diyebiliriz. Yeni doğan bebeğin annesini emme gayreti bir çabadır. Yerde, kucakta, beşikte çabaları vardır. İki nokta arası devinir önce, emekler sonra, oturumuna gelip o halde durabilir zamanla. Başını omuzları üzerinde, vücudunu ayakları üzerinde dengede tutması çabalayarak olur. Oyun oynar zamanla, sizin ona öğrettiğiniz veya gördüklerinden esinlendiği oyunları olur. Mahallesindeki, varsa oyun alanlarında, boş sahalarda, kırlarda, parklarda, bahçelerde buluşarak edinir ilk deneyimlerini. Okula gitmesi gerektiği söylenir, okumanın başarılı olmanın, diplomanın önem ve erdeminden bahsedilir. Okursa adam(!) okumazsa odun olacağından örnekler verilir. İş bulup çalışması gerektiği anlatılır. Para kazanmalı ve ailesine iyi bir gelecek sunabilmelidir. Kariyer yapmalıdır mutlak! Lider olmalı, başa güreşmelidir. Rakipleri olacaktır. Yırtıcı olması, herkesi geçip geride bırakması öğretilir. Yaşam bir yarış kulvarıdır! Ama her oyunun da kendine göre kuralları vardır. Oyunu kuralına göre oynamalıdır. Kural varsa uymalıdır. İyi çocuk olmak iyidir. Haylazlığın lüzumu yoktur. Evlenip çoluk çocuğa karışmalıdır mesela... Çocuk gelecektir! Aynı zamanda toplumun da geleceği sağlam nesiller ister! Vatana millete hayırlı olmalıdır! Mümkünse en az üçlemelidir ki, bir yalnızlık, iki de her an denge bozulabilirse de, üçte karar vermek ve yönetimi belirlemek daha kolaydır. Bir elin nesi var, iki elin sesi vardır. O mu? Bu mu? Diye taraf belirlemek gerektiğinde ikiye bir verilir kararlar ne de olsa. Azınlığa hâkim çoğunluktur değil mi?

Çabalarımız çıplak karakterlerimizdir. 

Çabalarımıza neden olan ereksel durumlarımızın bir tarafı güdüsel, diğer bir tarafı ise kazanımsaldır. Yani elimizde doğuştan gelen varlıksal amaçlarımız ile kurgusal, öğretim/eğitim ile edimsel ve deneyim yolu ile edinilmiş sonuçlar vardır. Elimizdeki bu verili kazanımlarla yol almaktayız. 

İnsan birey olarak, yolculukta kullanmak üzere heybemize koyacağımız değerlere gerek duyarız. Değerlerimizi, ihtiyaçlarımız belirlerken; ihtiyaçları mızı arzularımız tetikler. Bir insanın arzularının yöneldiği şeyler hoş, yararlı, iyi; kaçındığı, korunduğu şeyler nahoş, zararlı, kötüyken; tepkisiz ve kayıtsız kalacağı tüm şeyler ise onca değersizdir. 

İnsan, var olduğu andan itibaren tekil hali olan vücudu ve dışarısı arasında tanımsız, belirsiz, renksiz, kokusuz, karanlık ve sessiz vb. durumlardan başlayan ama hissetmeye, anlamaya, tanımlamaya ve yönelmeye doğru bir hareketler silsilesinin içine girer. İlk andan, olmaya doğru adımlarımıza, öncelikli güdülerimiz rehberlik eder. Güdüler, bir zaman sonra yok olmadan, varlığını devam ettirmekle birlikte, yerini algı mekanizmasına bırakır.

Yaşamsal ilişkilerimiz algısal gerçekliğimizle, hakikatin gerçekliği arasında bir ömürlük salınımlardan ibarettir.

İkili açmazlarımızı görünür hale getirebilmek, onları sadeleştirmek yolu ile anlaşılır kılmak, sorunlu yanların çözümlerine erişmek; toplumsal yaşamların özgün esaretinde her birey için mümkün olamamaktadır. Ne yazık ki bu durum başlı başına bir farkındalık sorunudur.

Toplumsal yaşam bütünü ile algı karmaşası üzerinden kurulu labirentte yol almak gibi gelir. Bu girift süreç insan bedenlerinin biri birleri ile bilinçli/bilinçsiz karşılaşmaları, paylaşımları, zıtlıkları, çarpışmaları, yan yana gelmeleri sosyo-psikolojik kaosu oluşturur. Bu durum kaçınılmaz olduğu kadar, çözümsüz de değildir tabii... 

Algı, birtakım nedenlere bağlı gelişen, dışsal olandan zihinsel olana yönelen ve doğrudan ya da dolaylı yollarla zihinde sonuçlanan görsel veya duyusal oluşlardır. Işık, renk, şekil, ses, koku, lezzet, ısı, sertlik, yumuşaklık vb. durumlar ile diğer, duygu dediğimiz durumlar algısaldır; nedenleriyse dışsal ve nesnel hareketlerdir. Özünde algı; nesnelerin, zihnimizde oluşan imgeleri, hayalleridir. 

Algısal olanın, gerçeklik üzerindeki payı ile hakikatin kendi gerçekliği arasındaki farkı bir örnek üzerinden açıklamaya çalışayım.

Ay, ışık kaynağı değildir. Güneşten kaynaklı ışığın ay yüzeyinden yansımasının sonucu onun nesnel varlığı zihnimizde nasıl görüntüye dönüşüyorsa; ay, nesne toplamı olarak görüntüsü başka şeydir. Ay'ın görünen yönü onun imgesidir; ayın kendisi değil. Şöyle ki; Ay'ın her hareketinden bize ulaşan imgeler toplamı zihnimizde bir ay hayali oluşturur, bize yansımayan yönlerinin varlığından dolayı algısal durumumuz eksik hakikatten ibarettir. Ay'ın nesnel varlığı algılarımız kadardır ve görelidir; salt gerçek değildir. Gerçek, bilinçten bağımsız, somut ve yapısal olarak var olan (Ay'ın görmediğimiz yanları da dâhil, orada, yerinde olması durumu); hakikat ise gerçeğin zihinde yansımasıdır. Hakikat ancak birebir şeye uyduğu zaman gerçek olur. Zihnimizin birtakım hakikatleri algılamış olması ve bellekte tutması gerçeğin bilgisine yol almak demektir; gerçeği bulmak değil! Gerçeğin bilgisine ulaşmak mümkün olup, ona, gelişkin ve diyalektik düşünen akıl ile bilim ve bilimsel yöntemlerin kullanılması halinde varılabilir. "Algıda ve bellekte olan, olmuş bitmiş ve geri döndürülemez bir olgunun bilgisi olduğu halde; bilim, sonuçların ve bir olgunun bir başka olguya bağımlılığının bilgisidir." (2)Akıl, düşünme yeteneği olarak bu bilgi süreçlerini kullanır ve kendisi de bir bilgi olan dil yeteneği olmaksızın bunu başaramaz.

Dil, bilginin işaretleridir. 

Çok uzun soluklu süreçler sonrası bir an gelmiş ve işte o an insan konuşmaya başlamıştır! Tarihin hangi dönemidir? İnsanlık hallerinden hangisindedir? Teorileri olsa da nedenleri kesin olmayan ne tür zorunluluk ve süreç sonrası oluşmuştur tam olarak bilmiyoruz.

Varlık olarak insan bedeni denilen tekil dünya, beden dışı dünya ve iki dünya arası yegâne köprü olan dil; anlamlar ve değerler dünyasıdır. 

İnsanlığın bugüne uzanan asıl yolculuğu dil yeteneği ile başlar ve devam eder. Dil yeteneğinden önce ve konuşmaya başladıktan sonra...

Dil, kendimize, başkalarına, nesnelere ve ilişkilere bakış açılarımızı oluşturmada; anlamada ve anlatmada kullandığımız araçtır. Herkes dışarıya kendi kabuğunun penceresinden bakar; yine de bakışlarımızın ortaklaşmasına neden olan, canlı varlığımızın temel karakteristiğinin belirlediği, kendi olmamızdan kaynaklanan durumlarımız vardır. Bu durumlar aynı zamanda insanlığın temel gerçekliğiyken, diğer yandan hem sorunsalı hem çözümüdür. Nedir bunlar?  

(2) Thomas Hobbes. Leviathan. 2016. Yky. S.46.

Mehmet Ali Canikli, Volkanik Sancılar 1, Bir İpek Böceğiydim Ben de, Denemeler, S.43-47

İzleyiciler