1 Eylül 2024 Pazar

Gölgesini Görmeyen

Burada kalın demişti oysa
burada dağlara tapan bir vahşi
burada neler kaybettiklerini  göstererek 
gölgelerden, efektlerden, maskelerden sıyrılarak
bir damla olsa da, bir damlada bin balık gibi yaşayarak.

Burada kalın, gölgesini görmeyen adam nereye gider
gerçek kırılıyor hemen kimse duymayınca
gerçek kırılıyor hemen birlik olmayınca
ve kansız sözcükler parçalıyor çerçeveleri.

Bu çöplükte nasıl kalacaklardı şimdi
nasıl bulacaklardı İthaki'yi?
korkunç gaga izleri gözlerinizi oymuştu.
her şeyin içi boş, naylon kadar buruş buruş 
nesnenin sesi, toprağın çiçeği, öfkeniz
paslı çivilere dönmüştü.

Nasıl kurtulacaklardı şimdi nasıl?
para anafor olur çeker o dipsiz kuyuya
kimse kimsenin yüzüne bakamaz o kara delikte 
renkli çamlara asılır boyunlar
kimse süpürmez evrene yayılmış tozları.

Katı olan her şey buharlaşıyordu 
bir hazdan bir haza geçerken unutuyordu kardeşlerimiz
hırçın denize umutla bağlanmış adalarda siren seslerini.

İsmet Alıcı

31 Ağustos 2024 Cumartesi

Çektim Ben de Kendimi Vurdum

senin kırık aynana yaz güneşi değiyor
binlerce ok dağılıyor odama

aklımdan geçenleri söylemeyeceğim
sözlü aktarılan bir mesel
yazılsa anlamı kalmayacak iç çekişimin

"kuşlardan ordumuz vardı kuşgeneraldim
vurulduk ve not düştük göğün siperlerine
biz birer birer kesilen saçlar gibi
taşa düştük, sözümüzü tutamadık-öyleydi"

senin güz telaşına yaseminler düşüyor
pencereyi açıyorsun kırılıyor sonbahar
yalnızlığımız bize özgü bir cumhuriyet
epeyce düşünüp söylenmiş söz gibi kalıyoruz
odanın ortasında iki ölü, iki buz boşluk

"kibrit çöplerinden evimiz vardı
çatıları kozalak pullarından
sevişirken pek iğne yapraklıydık
dökülüyorduk yılda bir
kendi bölünmez bütünümüze"

ilk savaşta uçtu gitti kuş askerlerim
ordusuz kuşgeneral neye yarayacaksa
çektim ben de kendimi vurdum

Aziz Nayır, Edebiyat Nöbeti, Sayı:52 S.49

Resim: Nurullah Berk (1906-1982), Kuşlar


Çürüyen Otlar

I
Bilinmez hangi şehirde
Yaşarsın aşktan habersiz,
Küçük çakıl taşım, nasıl bulayım!
Kaybolmuşsun bir kocaman nehirde.

Bu kimin çocuğu, der, seni görenler.
Benim çocuğum, diye, sesim gelir uzaktan.
Bunca kötülüğü bağışlatır bakışın
Yanakların kızarır ağlamaktan.

Bir gün sokakta rastlasam, ellerini
Alsam avuçlarıma okşasam.
Sıcaklığını tanır da mısralarımdan
Kız kardeşimsin sanırlar belki.

Son orada, ben burada
Birbirimizden habersiz
Ayrı yaylalarda yeşeren otlar gibi
Bekleye bekleye çürüyeceğiz.

II
Senin oturduğun şehirde
Gökyüzü mavidir benimkinden,
Çiçekler daha taze
Kuşlar bile güzeldir birbirinden.

Şarkılar daha neşeli, daha mahzun
Akşamlar daha garipsi,
Umut alabildiğine geniş,
Umutsuzluksa denizler gibi;

Trenler bile daha sevinçli
Daha kederli gelir gider.
Gençler bütün haşarı
Yaşlılar büsbütün kederlidirler.

Kadınların sütü daha gür, daha ak
Çocukların iştahı, yerinde,
Gemiciler bile daha sarhoştur
Doğup büyüdüğün şehirde.

Garibim! Nazlım! Öksüzüm
Hayal rüzgarlarıyla emzir beni de
Uzak ya, kokunu duyuyorum
Gül gibi açıldığın şehirde.

Cahit Külebi

Resim: Hoca Ali Rıza, Kırmızı Kır Kahvesi, Yağlı Boya 46x61 cm.


30 Ağustos 2024 Cuma

Çocuklara Düşen

Herkesin her yaşta
Dizinde ağlanacak bir annesi olmalı
Oradan bilinmedik uzaklara doludizgin
Çocuklardan da çocuk tahta atlarla
Aşılmaz dağları geçip ulaşmalı.

Kapalı kapıların arkasında
Bekleşir ölü gözlü adamlar
Çocukluğu çarmıha germek için
Bunu bilen her çocuk annesinin dizinde
Tek o adamlara inat olsun diye
Bitmeyen sevinçleri uyumalı.

Afşar Timuçin

Resim: Christian Krohg, Anne ve Çocuğu, 1883, Yağlı Boya 53x48 cm.


28 Ağustos 2024 Çarşamba

Yağmur Yağmur

Yağmur, yağmur... Bu neyi anlatır?
Bunca siste bunca ıslak serçe
Hüznü bir köşesinden tutup kaldırmıştır

Yağmur, yağmur... Bu neyi anlatır?
Son yaz derlenmiş, son ateş sönmüş
Düz yollara inen son kaçkın, son eşkıya
Hüznü bir köşesinden tutup kaldırmıştır.

Yağmur, yağmur... Bu neyi anlatır?
Oyun biter, o kesin güz çizgileri
Sevgi, bir de ölümle örselenmiş
Aklı bir köşesinden tutup kaldırmıştır.

Gülten Akın

Resim: Gustave Caillebotte, Yağmur, Yağlı Boya, 1875, 81x59 cm


27 Ağustos 2024 Salı

Asmin

Kimdi cesaretimi kıran, üstelik
Yeni serüvenlere hazırlarken kendimi
Sesimi cılız, rüzgârımı yelkensiz
Bulan kimdi, ki şimdi geniş zaman
Kipiyle düşürüyor gölgesini anılarıma
Ama kimdi adını bir kadına ödünç verip
Doruklara çekilen büyülü doruklara
Biz Asmin dedik ona, sevgilim, kadınım,
Anamdı belki, ama o çoktandır
Üç bin metrenin altına inmiyor artık.

İçimde bir fil sezgisi, kopup gitmeliyim
Dağlara yazmalıyım aşkı ve ayrılıkları
Asminli düşler kurmalıyım ya da birisi
Karşılık bulmalı canımı yakan sorulara
Kim demiyorum kim olursa olsun.

Boynu kırılan bir oyuncaksam hırçın
Bir çocuğun elinde, ki celladım
Gözlerimi de oymuştu fırlatıp atarken
Yine de özlüyorum onu, niyetçi
Tavşanlara dönerken beklediklerim.

Aynı soruyu sormaktan, minör
Ağrılardan yoruldum, gitmeliyim buralardan
İçimde buharlaşan cıvayı soluyorum artık
Yoruldum yoruldum yoruldum
Gereklilik kipinde yaşamaktan.

Ahmet Telli

Resim: Claude Monet, La Promenade (Gezinti)




Bize Anlattıkları Dünya Yuvarlaktı

-gidenlerin derdi vardı, kırılarak gittiler!
istilâcı kavimler geçiyordu çengi şarap gırnata
tavlamda yeke tayları bozkıra sürüyordum
ateşi tutma yanarsın dedi fenerböceği
ateşi tutarsan yanarsın! karamba karambita…
kavimler kapısında kendini aksak trenin
gelişine bırakan şairi hatırla ama. hatırla
dalından uzağa düşürülen dost mahşerini.
bu göğ bizi anlamadı. aksak bulutlar, yıldızlar, çengi, gırnata
yalakta bekledim dolunayın gümüş sikke olmasını
cuma duasından erken döndüm
okunmamış mektupları açtım. kurumuş yonca, sigara yanığı
cumaertesi telefonumu bekle diye yazıyorsun
kalemin mürekkebi neden böyle elzem zamanda…
çık gel! korur seni sevgim, duadan ördüğüm kazak.
aklım dalgın akan ırmaktı, nerde yanlış yaptım
tayları suya indirdim. oh lâ lâ, karambita
kendi eksenimde uzun uzun döndüm
dehliz misin mübarek? dedim “cep delik cepken delik”
döndüm baktım dünyanın olanca kiriyle
bakıyordu bana eğilip almayı üşendiğim metelik
yarın güzel bir gün olacak belki ararsın. belki
mektubun gelir. aklımı bıraktım çıktım yola güzel olacak
sır değil, dünya kokuyordun daha dün kadar yakın,
sudaki pulcukları eteğinden savururken.
bedenime dönüşen rüzgârgülüydün
-konken partisinden erken ayrıldım (diyorsun)
kızlar taşların canını çıkarıyordu
-taş çalarken yakalanmışsın evin hizmetçisine…
aklımı bıraktım çıktım yola her şey güzel olacaktı
mektubun gelmemiş eski mektupları okudum
ılgın, fesleğen, karadağ’ın sürüleri; ‘an gelir!’
masallara ateş taşırız; çalı, çırpı, kırılgan sözleri
boynumuz son yangında kurtardığımız hurufat
sakalıma takılan kuş sesleri, uzak yakın çığlıklar
unutmak ihanettir diyorduk, karamba karambita!
neden öyle bakıyorsun bugün pazar neden böyle
elbette bir sebebi vardır yalnızlığımın
tepeleme hayaldik bedenimiz bulandı aktı
çocukluğumun gizlendiği horozlu cep aynasında
ateşi tuttum yandım! karamba karambita…

Yaşar Bedri Özdemir

Resim: Morteza Katouzian


Üç Kısa Öykü

Amnezik

Açın bakalım kitabı dedim, nerde kalmıştık? Golgi aygıtı. 
Golgi aygıtı ökaryot  hücrelerde salgılama ve…
Hocam, dedi biri, bu konuyu işledik, hatta bu üçüncü 
işleyişimiz olacak.
E niye söylemediniz yavrum dedim.
Hocam söyledik ama siz nolur nolmaz dediniz anlattınız 
yine de.
Telefonum! Aceleyle cebimdeki telefonu çıkardım. Galeriye
baktım. Son çekilen fotoğrafa tıkladım. Evet, ütünün fişini
çekmişim. Tarihine de baktım, bu sabah. Oh be!
Telefonu cebime koyacakken beynimde bir şimşek daha
çaktı. Aradım hemen.
Sınıf öğretmeni: evet, kızınız burada endişelenmeyin, dedi.
Emin olmam gerekiyordu, iyi günler, dedim kapadım. Derin
bir oh çektim.
Öğrenciler kıkırdamaya başlamıştı. Sonra zil çaldı. Okul
dağıldı.
Eve geldim. Zile bastım. Bir kadın açtı. Şaşkın gözlerle 
baktım. Gayet sakin,
“anneniz artık burada yaşamıyor” dedi.


Buruk

İlkin hiçbir şey yoktu.
Sonra ışıltılar oldu.
Bulutlar çekildi.
Fark ettim. Uzaktaydı. Yüksek bir tepede. Sarayın kulesi.
Gitmek bir hayaldi.
Yola düştüm.
İnanamıyordum.
Kapıya vardığımda heyecanlıydım.
İçerden sesler geliyordu.
Emin olmalıydım.
Dinledim günlerce.
Belli ki o da beni bekliyordu.
Sonunda ikna oldum.
Dövdüm kapıyı.
Açıldı.
Hayaline yaslandığım bir başkası, dedi.
Ama yalandayız, dedim.
Evet, dedi, o kadar ki buraya gelemeyecek biri…


Kırmız Elbiseli Kadın

Kâğıda bir bulut bir de kırmızı elbiseli kadın çizdim.
Kadın da benim onu çizdiğimi bildi. Baktı bana, sonra
etrafa. Pek keyifsizdi.
Bulut uzaklaştı. Kadın da.
Kadın buluta yetişti. Sıktı, kirli sular aktı.
Akan sulardan bir kapı çizdi.
Anlamıştım.
O da anladığımı bildi.
Bildiği halde vurdu kapıyı. Çıktı.
Bir kapı bir ben. Kaldık.
Bir boş kâğıt.  

Mehmet Dönmez, Akatalpa Dergisi, Mart 2023, Sayı:279

Resim: Frederick Walker, Spring, Suluboya, 1864


26 Ağustos 2024 Pazartesi

Elma

Ben sana bir elma soydum
Neredeyse ellerim kadar küçük bir elma
Isırılmış ve kurtlanmış, karşı koysam da –
Geldiği ağacı kayıp bir köy sanıyor
Ben bu elmayı sana bir gecede soydum
Kırmızı kendini severken elmanın eti koyu
Suya bıraksam dibe çekecek gölgesini
Elmayı o yüzden gizli gizli soyuyorum aslında
Doğadan sakladığım bir meyve
Koyduğum adını söylesem herkes perişan olur
Rüzgârın söküp götürdüğü bir ölü gibi
Elmanın da kemikleri var
Kabuğu da yeni tanıştığı bir yarada şimdi bahtiyar
Ben sana bir elma soydum
Eğer bir sevgili bulsa bugüne kadar söylerdi bana

Küçük İskender
Mayıs Giremez, Sel Yayınları


Yazılamayan Zaman

Herşeyi yazarım da
zamanı yazamam -
o yazar çünkü
beni.

Yazar beni
yavaş yavaş
özenli -
azalta azalta
görkemli -
sanki
dolduracakmış
olduracakmış
gibi.

Halbuki
sıyırıp düşürmüştür
tırnağımdaki çürüğü
parmağımdaki yarayı
kabuk kabuk
geçirmiştir -
geçerken, sanki
çoğalta çoğalta
yazarak
beni:
özenli
görkemli.

Oruç Aruoba

Resim: Aliye Berger, Güneşin Doğuşu, 1954


Sevgilim Beni Ölü Ele Geçirdin

1926’da yağan bir yağmur
ne zaman istesek sessiz yağıyor böyle
bağışlamak gibi neredeyse ezbere
bu bütün damlalarını bildiğimiz tek yağmur
ama olsun insanın bir yağmuru olsun
herkesin bir yağmuru olsun kaçmaya
kendini özlemeye ve törensiz
gömüldüğünü anlamaya bir aşka

oradaydım sözcüklerin dövüldüğü o harda
uzun maşalarla tuttum adının anlamını
hem alaca kartalların yüzüstü çakıldığı
kayalar da ufalanır kısacık hayat
hem acele ettirilmiş bir gelincik
onaramaz yaprağındaki buruşuğu dedim kıvrıldım
unutmaya indim bırak rüzgâr çevirsin
bırak çevirsin rüzgâr denizin sayfasını

rüzgârdan geriye say yosun kanat su kesimi
sanki karanfilleri öğütüyordu gece
böyle mi çizildi vazgeçmenin eğrisi
hani sıradan bir taş fırlatılıp düşünce
göz akıma bir dövme renksiz bir leke düşün
çünkü biz yandıkça soğuyan dünya
dünya bildiğinden dönmüyor
kimseleri yarasız yazmıyor birbirine

gök taşından bir kolye kâgir bir köhne düşün
boynumda ve ahşapta halkalanıyor geçmiş
düşmeyi biliyor yağmur
yağmura bakan her yüzün bütün damlalarda  yansıdığını 
zamanda yer kaplayan anlam
mekânda bal rengi ve akışkan reçinesi ışığın
girintileri çıkıntılara uydurmayı biliyor aşk
taze kırık bibloları yapıştırmayı

ama nedir bir yağmurda iyi olan
çağrılınca gelmesi mi sonsuz ucu olması mı
siyah beyaz bir filmin ıslatmayan yağmurunda
kötü olan tek şey onun ele geçmesi
bir rüyadan yapraklar düşer gibi
bir fotoğraftan taşlar yuvarlanır gibi
bir olmazı anlamak sana verilmiş
sevgilim beni anla beni ölü ya da diri...

Nilay Özer

Resim: Aslı Akyüz, Sonbahar, Yağlı Boya 50x50 cm.


Koridor Boşluğu

bana çıkıyor gibi çıkmalısın evden
ev dediğin güneyde bir yerde olmalı
güneyde bir yerde kalmış gibi
bana çıkıyor gibi çıkmalısın evden

dar midak kaldırımsız sokak
ev dediğin dört duvar da olsa
yeleç mezar

herkesin ağladığı yerde yanlış sorulmuş
bir soru yalnızlığındayım
ömür koridor boşluğu yahut zil ya da merdivenler

bana çıkıyor gibi çıkmalısın evden
Sözlükler boşluklar hangi kelimeyi
seçersen seç
yüzünde unutulmayan şeyleri
kapı kollarındaki saatleri

Muzaffer Develi,  Akatalpa Dergisi, Mart 2023, Sayı: 279

Resim: Ivar Jansons




İzleyiciler