8 Aralık 2022 Perşembe

Bir Gece Delirdim

  


Beni bu yalnızlık delirtti, yapayalnızlık. Trafik ışıklarının bir kırmızısı, bir de sarısı vardı hayatımda; hazır vaziyette duruyordum anlayacağın. Ne gidebildim, ne gelebildim; kurudum kaldım durduğum yerde.

Bir gece bozdum kafayı; gören sarhoş derdi, demiştir de, değildim. Çıktım apartman boşluğuna: “Yalnızım ulan yalnızım” diye bağırdım. Baktım ses seda yok, sinirimden kendimi attım 2.katın merdivenlerine doğru: “Yalnızım duyuyor musunuz beni?” diye nara attım. Birinci kattaki Ali İhsan Amca zaten duymazdı; 88’inde, öyle dul ve kimsesiz değil çok şükür; karısı da var çocuğu da, hepsi terk etmiş, huysuzluğundan diyorlar, laf. Onun hali benden beter ya, bağırmaya hali olsa, bağırır en okkalısından ya, ne gerek var şimdi. 88 senenin bir 50 yılı çilekeş geçmiş zaar; bakkal Rüstem Amca anlatmıştı, oradan biliyorum: Karısının defalarca aldatmışlığı, döne dolaşa Ali İhsan Amca’ya gelmişliği var. Ali İhsan Amca da dünya garibi, her seferinde kabul etmiş Esma Teyze’yi. Esma Teyze dediğim, sülün gibi kadındır Allah bilir gençliğinde, 80’inde bile ayrı güzel. Bir de oğulları var 50’lerinde, Ali Fuat. Aramaz sormaz, ta ki paraya ihtiyacı olana kadar. Bakkal Rüstem’e sorarsan, Ali İhsan Amca oğluna kızdığından tüm varlığını Darüşşafaka’ya bağışlamış; Rüstem nereden bilecek diyorsan, Rüstem bilir tüm mahallenin halini, vaktini. Diyeceğim o ki; Ali İhsan Amca’nın kulakları zaten ağır işitiyor; ne benim yalnızlığımı görür, ne de çığlığımı duyar gecenin o vakti; onun canı sağolsun.

2.kattaki Neriman, gudubet Neriman. Allah onun belasını versin. Ölüyorum desen, kapısını aralayıp bir tas su vermez adama; evde kalmış, kız kurusu Neriman. Neriman’ın anne-babası öldükten sonra kapıyı bir kapatmış, o kapatış. Deliliği benden hallice; ben insan gördüğümde hal hatır sorar, iki sohbetin belini kırarım en azından; onda bu da yok. Ne medet umduysam, onun merdivenlerine doğru yuvarladım kendimi; delilik halinde bunu düşünecektim sanki. Varlığıyla yokluğu bir Neriman’ın, olmasa da olurdu ya, Allah’ın işine karışmayayım, neyse.

Benim bir üst katımda oturuyor, Kemal Amca’yla Suat Teyze. Emekli öğretmen ikisi de; apartmandaki yalnızlığımın tek kalabalığı onlar. Hiç çocukları olmamış; Anadolu’yu köşe bucak gezmişler bir harf öğretmek için; sırf öğretmen maaşıyla olmaz ya, Suat Teyze’nin babasından kalan mirası da tazminatlarının üstüne koyup, üst katımdaki 75 metrekare evi ancak alabilmişler. Suat Teyze sarmayı sevdiğimi bildiğinden, ne zaman yapsa dumanı üstünde bir tabak dolusu gelir kapımı çalar. O gün evde yoklarsa demek, çığlıklarıma onlardan da ses gelmedi. Evde olsalardı, ben böyle perişan olur muydum hiç?

5.katta oturuyor Mine; bakkal Rüstem “Orospu” diye bahsediyor ondan hep, kızıyorum ya öyle demelerine, ses de etmiyorum. Mine her gün çeker minileri o güzelim bacaklarına, memelerinin yarısı taşar hep o v yaka bluzlarından; kırmızı ruju hiç eksik olmaz, olmasın da. Güzel kadın Mine, orospuysa da güzel işte, kime ne. O ne zaman çıkacak olsa evinden, ardı sıra apartmanda bir yasemin kokusu; Mineler hep mi böyle güzel kokar acaba? Sokağın köşesinde camlarında siyah film olan bir Mercedes alır onu hep; birkaç kez topuk seslerinden sebep merdivenlerden inişini duymuştum, apartmandan çıkıp, arabaya binene kadar takip etmiştim perde arkasından. Arabaya gidene dek, sokakta oynayan çocukların başını okşuyordu her seferinde; bir de bizim sokağın köşesini “ekmek kapısı” belleyen dilenciye, en okkalısından sadakasını veriyordu. Hem güzel, hem merhametliydi Mine; biliyorum, evde olsa koşar, yetişirdi feryadıma ya, kim bilir hangi adamın kollarında sevişmekte.

Üçüncü bağırışımda kapıcı Seher Hanım’la kocası Mehmet Efendi yetişti. Seher Hanım dünya iyisi; Artvin’den göçmüş gelmişler buralara. Mehmet Efendi’yi çok sevmiş 18’inde; babası vermek istememiş, sefil olursunuz, çingenenin çadırı var, Mehmet’te o bile yok, ne yer, ne içersiniz dediyse de Seher’in gönlüne laf geçirememiş. Seher “Gel kaçır beni” demiş Mehmet’e, O da durur mu hiç yerinde, dünden razı. Elinden tuttuğu gibi Seher’in, almış gelmiş İstanbul’a. Sevmediğim insanlar olsa, “Bir onlar eksikti zaten İstanbul’da” derdim ya, demem, diyemem. İstanbul’a geldikten sonra, iki apartman yan tarafımızdaki, akrabaları kapıcı Arif Efendi’yi bulmuşlar; Arif Efendi de bizim apartmana yerleştirmiş onları; iyi ki. Bakkal Rüstem de severdi onları. Allah’ın adamı derdi onlar için; Allah’a inanmazdı Rüstem ama, sevdiği bir şeyden bahsedecek olsa, yanına Allah’ın adını koymadan edemezdi.

Seher’le Mehmet Efendi beni tuttukları gibi merdiven köşesine sabitlediler; Seher, Mehmet’e: “Koş su getir, kolonya getir, çabuk” dedi, Mehmet koştu, gitti. O ara Seher’in boynuna sarılıp, “Ben niye böyle yalnızım Seher” diye sessizce ağladığımı hatırlıyorum. Seher de, garibim: “Yalnız olur musunuz hiç hanımım, bak biz varız, bizim çocuklar var Hasan’la Hüseyin, siz niye yalnız olasınız ki?” dedi. Gülümser gibi oldum O öyle dediğinde, hoşuma gitmişti birinin “Biz varız” demesi, gülemedim.

Mehmet geldi sonra; boynuma, saçlarıma kolonyayı iyice boca etti Seher. Lanet olası kolonyanın kokusuna tahammülüm yoktu ya, ucuzunun kokusu yanmış süt kokusundan farksızdı bence. Su içirdiler sonra, içerken genzime kaçtı, o ara Seher’in yüzüne öksürdüğümü hatırlıyorum, O aldırmadı da, ben çok utandım.

İkisi de kollarıma girip, beni daireme taşıdılar; Seher yatağıma kadar getirdi, Mehmet Efendi daire kapısının orada bekledi. Sonra Seher bir ihtiyacım olup olmadığını sordu, “Yok” dedim, teşekkür ettim; istemediysem de o lanet kolonya şişesini başucuma bırakıp, kapıları çekip gittiler.

Saate baktım sonra, sabahın 4’ü. Saatimin alarmını kapattım, “Yarın işe geç gideyim bari” dedim içimden. Saati elime aldığımda, o günün tarihinin 2 Temmuz olduğunu hatırladım, yine. Sahi ya, bu tarihi bilmeseydim, bunca delirmeyecektim. Sonra uyudum işte.


Sevda Gedik

Edebiyat Nöbeti, Sayı 7,  S.110

Hiç yorum yok:

İzleyiciler