9 Ekim 2024 Çarşamba

Adımdan Sana Ne?

Adımdan sana ne?
O da ölecek,
Kasvetli bir uğultu gibi.
Uzak kıyılara çarpan dalgaların,
Sağır ormanlıkta yankılanan,
Gece sesleri gibi.

Bir hatıra defterinde, 
Ölmüş izler kalacak acımdan, 
Bir mezar taşına kazınmış, 
Bilinmez dildeki yazılar gibi.

Nesi kaldı,
Taze ve gergin telaşlarda, 
Çoktan unutulmuş adımın? 
Temiz ve körpe anılar 
Sunamaz artık senin ruhuna.

Ama üzüntülü gününde,
Sessizlikte,
Söyle onu özlemle.
De ki benim de bir hatıram var,
Bir kalp var dünyada,
İçinde yaşadığım...

Aleksandr Sergeyeviç Puşkin, Seçme Şiirler, 1830

Çeviri: Haluk Madencioğlu

Resim: Erik Ludvig Henningsen, 1897


Hikâye

Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!

Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!

Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!

Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!

Benim doğduğum köylerde
Kuzey rüzgârları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!

Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi,
Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz!

Cahit Külebi

Resim: Mehmet Najafzadeh, Suluboya


Zeytinlik

Kurşunî yapraklar altında çıktı yukarlara
kurşunî hep ve zeytinliklere karışırcasına;
toza belenmiş alnını gömdü sonra
kızgın elinin tozluğuna.

Hepsinden sonra bu. İşte buydu sonu.
Gözlerin körleşirken gitmeliyim ben;
neden istiyorsun bunu, var olduğunu
neden söyleyeyim, seni artık bulamazken.

Artık bulamıyorum seni bende, hayır.
Başkalarında da. Bu taşta da yoksun sen.
Artık bulamıyorum seni. Yalnızım ben.

Bütün insanlığın acısıyla yalnızım,
onu seninle hafifletmek için omuzlamıştım;
oysa yoksun, adsız utanç, sen ...

Sonradan anlatıldı: "Bir melek geldi derken ..."

Ne meleği? Ah geceydi gelen
ağaçlarda yaprakları ilgisizce kımıldatarak.
Havarilerse düşlerinde sıçradılar ancak.
Ne meleği? Ah geceydi gelen.

Görülmemiş bir gece değildi gelen gece;
onun gibi yüzlercesi gelip gider.
Sonra köpekler uyur, taşlar durur öylece.
Ah yaslı bir gece, ah herhangi bir gece
tekrar sabahın olmasını bekleyen.

Melekler böyle yakaranlara gelmez çünkü,
geceler genişlemez bunların çevresinde.
Kendini kaybedenleri her şey bırakır yüzüstü;
babalar onları terk ederler,
kapanır onlara analar rahmi de.

Rainer Maria Rilke

Çeviren: Ahmet Turan Oflazoğlu



İnsan ve Deniz

Sen, hür adam, seveceksin denizi her zaman;
Deniz aynandır senin, kendini seyredersin
Bakarken, akıp giden dalgaların ardından.
Sen de o kadar acı bir girdaba benzersin.

Haz duyarsın sulardaki aksine dalmaktan;
Gözlerinden, kollarından öpersin; ve kalbin
Kendi derdini duyup avunur çoğu zaman,
O azgın, o vahşi haykırışında denizin.

Kendi âleminizdesinizdir ikiniz de.
Kimse bilmez, ey ruh, uçurumlarını senin;
Sırlarınız daima, daima içinizde;
Ey deniz, nerde senin o iç hazinelerin?

Ama işte gene de binlerce yıldan beri
Cenkleşir durursunuz, duymadan acı, keder;
Ne kadar seversiniz çırpınmayı, ölmeyi,
Ey hırslarına gem vurulamayan kardeşler!

Charles Baudelaire

Çeviri: Orhan Veli Kanık


8 Ekim 2024 Salı

Tahattur

Alnımdaki bıçak yarası
Senin yüzünden;
Tabakam senin yadigârın;
"İki elin kanda olsa gel" diyor
Telgrafın;
Nasıl unuturum seni ben,
Vesikalı yârim?

Orhan Veli Kanık

Bir Şey

I

Bir şey ki hava gibi ekmek gibi su gibi
lazım insana lazım onsuz yaşanmıyor
ana baba gibi dost gibi yavuklu gibi
kalbi titremeden göz yaşarmadan anılmıyor…

Bir şey ki gözümüzde memleket kadar aziz
aşkettiğimiz kendimize dert ettiğimiz
adını çocuklarımıza bellettiğimiz
bir şey ki artık hasretine dayanılmıyor

II

Bir şey daha var yürekler acısı
utandırır insanı düşündürür
öylesine başka bir kalp ağrısı
alır beni ta Bursaya götürür

Yeşil Bursada konuk garip bir kuş
otur denmiş oracıkda oturmuş
ta yüreğinden bir türkü tutturmuş
ne güzel şey dünyada hür olmak hür

Benerci, Jokand, Varanüç Bedrettin
Hey kahbe felek ne oyunlarettin
en yavuz evladı bu memleketin
Nazım ağbey hapislerde çürür

Cahit Sıtkı Tarancı, Yaprak Dergisi, 1950


7 Ekim 2024 Pazartesi

Merdiven

Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...

Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...

Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?

Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...

Ahmet Haşim, Piyale, Yapı Kredi Yayınları


Bilinmez Bunlardan Hiçbiri

Ay sakin ve aydınlık olduğunu bilmezden gelir
Üstelik ne de ay olduğunu bilir;
Ne de kum kumluğunu. Tek bir şey
bile yoktur biçiminin benzersizliğini bilen.
Fildişinden taşlar öylesine yabancıdır
Soyut satranç oyununa tıpkı kendilerini
Süren el gibi. Belki de insanın yazgısı,
Kısa süren sevinçler ve uzayıp giden acılar,
Aracıdır Ötekinin. Görmezden geliriz;
Ona Tanrı adını vermenin hiç yararı yok bize.
Boşunadır üstelik korku, kuşku
Ve başlattığımız kısacık yakarı.
Hangi yay fırlatmış olmalı bir ok
Olan beni? Hangi doruk acaba hedefi?

Jorge Luis Borges

Çeviri: Ayşe Nihal Akbulut


6 Ekim 2024 Pazar

Gitmekle Kalmak Arasında

Gitmekle kalmak arasında kıpırdamayan gün, 
katı bir saydamlık kalıbı.

Hepsi görünüyor ve hiçbiri anlaşılamıyor, 
ufuk dokunulamayacak bir yakınlık.

Masada kağıtlar, bir kitap, bir vazo: 
nesneler dinlenmekte adlarının gölgesinde.

Damarlarımdaki kan giderek daha ağır yükseliyor 
ve yineliyor inatçı hecesini şakaklarımda.

Işık kayıtsızca biçimini bozmakta 
donuk duvarın, tarihi olmayan bir zaman.

Öğle sonrasının yayılışı; şimdiden bir körfez 
usul dalgalanışı sarsmakta dünyayı.

Ne uykudayız, ne de uyanık: 
biziz, başka bir şey değil işte.

An ayrılmakta kendi kendinden 
ve duraksamaların oluşturduğu geçite dönüşmekte.

Octavio Paz   

Çeviri: Ali Cengizkan


Matilde'ye Sone

Seni sevdiğimi bil ve sevmediğimi
mademki hayatta olmanın iki yüzü var
söz bir kanadıdır sessizliğin mademki
ve mademki ateştir soğuğun yarısı da.

Sevmeye başlamak için sevdim seni
Sonsuzluğa dek sürsün diye
Ve hiç bitmesin diye sana aşkım
bu yüzden seni sevmiyorum şimdi.

Seni hem seviyor hem sevmiyorum, bu sanki
iki elimle birden tutmak gibi
mutluluk ya da mutsuzluk anahtarını ya da belirsiz bir kaderi.

İki varlığı var aşkımın sevmek için seni.
Bu yüzden severken sevmiyorum seni
bu yüzden sevmezken seviyorum seni.

Pablo Neruda   Çeviri: Metin Cengiz

.............................................................

Seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,
çünkü iki yüzüyle karşına çıkar hayat.
Bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın,
ateş de pay alır kendine soğuktan.

Seni sevmeye başlamak için seviyorum seni,
sana olan sevgimi sonsuzlaştıracak
bir yolculuğa yeniden başlamak için:
bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni.

Sanki ellerindeymiş gibi mutluluğun
ve hüzün dolu belirsiz bir yarının anahtarları
hem seviyorum, hem de sevmiyorum seni.

Sevgimin iki canı var seni sevmeye.
Bu yüzden sevmezken seviyorum seni
ve bu yüzden severken seviyorum seni.

Pablo Neruda   Çeviri: Cevat Çapan


"Benim Annem Cumartesi"

Kedileri güneşten yapsınlar
köpekleri ikindiden
yazlardan yapsınlar yetimleri
ceylanları havadan
delileri kahkahadan yapsınlar
gül gül öldük demeleri
gül olduk, gülizar olduk
demelerden yapsınlar
abdalları kerpiçten
güzelleri kırmızıdan yapsınlar
yapraktan yapsınlar aşkları
evleri peki, evleri nelerden,
komşulardan yapsınlar evleri
akşamları gümüşten
çocukluk değil mi
hamurdan yapsınlar tanrıyı
sözcükleri sulardan
boşlukları mercandan
gülüşten yapsınlar sabahları
ya kimsesizleri kimden
kimseden yapmasınlar
kirpikleri uçurumdan yapsınlar
gamzeleri maviden
kızları elmalardan
oğlanları virgülden
meraktan yapsınlar denizleri
kuşları ıslıklardan
ve ışıktan yapsınlar kalpleri
kışları türkülerden
bahardan yapsınlar seslileri
ve sessizleri kurutulmuş biberlerden
unutmasınlar güzü
özlemekten yapsınlar
parkları serinlikten yapsınlar
arkadaşlıktan yapsınlar yumuşak g’yi
harfleri terzilerin kardeşliğinden
şarkıları tanrım şarkıları
nasl yapıyorlar nasıl diye diye
hayretlerden yapsınlar
bir de devrimleri
devrimleri nardan yapsınlar
biricik ve çoooooook
bereketli olsun devrimler diye
simurgdan ne yapsınlar
otuz masal yapsınlar
özgürlüğe salsınlar
ülkeleri adalardan yapsınlar
su savaşı yapsınlar
savaşları naylondan yapsınlar
kurusıkı atsın tabancaları
ve Ülkü Tamer şiirleriyle doldursunlar
dayıları Che’den yapsınlar
yakışıklı ve karagözlü olsunlar
Deniz’den yapsınlar kahramanlığı
usul uzun korkusuz
dağlar diyorum dağlar
nelerden yapılmaz ki
yeşil soğandan yapsınlar
ekmeğe katık etsinler
kardeşleri rüyalardan yapsınlar
aşkları kırlardan
esmerleri rüzgârdan yapsınlar
kumralları dalgınlıktan
ağaçları gölgesinden yapsınlar
keçileri felsefeden
hazirandan yapsınlar şiirleri
tutsakları buluttan yapsınlar
avluyu gökyüzünden
bayrakları kuzulardan yapsınlar
tayları saflıktan
taşrayı sabırtaşından
vakti kehribardan
göçmenleri yerlilerden yapsınlar
zalimleri kömürden yapsınlar
katilleri odundan
yangında ilk kurtarılmayacaklardan
babaları yorgunluktan yapsınlar
babaları uykudan
babaları dağdan
karpuzdan yapsınlar babaları
kayıpları sesten yapsınlar
çağırınca ses versinler: -buradayız!
anneleri oğullardan yapsınlar
anneleri kızlardan
anneleri gülden
gözlerini üzümden
anneleri cumartesiden
yapmasınlar tek
annelere bunu yapmasınlar
artık!

Haydar Ergülen


4 Ekim 2024 Cuma

Bolluk

Yonca pazar günü toplanır, insan pazartesi
Peygamber çiçeği bilmeden ölür
Omaholar çiçek koparmaz gece
Çünkü bolluğu ölüler getirir bize
Suda boğulmuş martı ölümsüzdür
Ve yaşlandım, buzlu camın havailiği gibi
Savaşan yalnızlığın gökyüzü kış
Sabah yumuşak karla yükseldikçe
Artık ölüm tümden yeşermezmişcesine
Belleğin eşiği yunmuş yıkanmış

Deniz sen her zaman kusursuz düşündürdün
Çok eskidenmiş gibi ölüyorum
Tanımadığım otlarla içiçe
Çünkü bolluğu ölüler getirir bize
Ama bir şey daha var, biliyorum

Melih Cevdet Anday, Güneşte, Adam Yayınları, 1990


İzleyiciler