5 Aralık 2024 Perşembe

Kentleşme

Ay'a, yıldızlara, komşu balkonların asmalarına ve
yeşil biberlere, domateslere ve maydanozlara,
nanelere, gülhatmine ve incir ağacına ve kentin
uğultusuna ve tepsideki çaylara karşı güller, açılıp
kapanıyor, kapanıp açılıyor itin dübürü gibi
bahçesinde Süleyman Efendinin - Kentte akşam
sohbeti.

Karanlığı sevmedikleri için gündüz uyuyor onlar,
duymuyorlar kentin uğultusunu, dansını dallarda
kuşların, denizin mavisini, yıldızların ışığını,
yaprakların toprağa kaçışan kokusunu, ırmakları,
ağaçları, yağmuru, etini ve terini doğa'nın - Düş.

Yeniden gelecekler çiçek ve dolu vurmadan dalları,
dökülmeden başaklar ve ilk meyveler, boyunlarını
eğmeden domates fidanları, bakmadan biberlere
yalnızlık kızarmış gözleriyle, eğmeden başlarını
ayçiçekleri, acılı türküler söylemeden Ay,
saklanmadan kuytulara gölgeleri. Söğüt dallarından
düdükler yapıldığı ve çocuk yürekli İsa'nın ağzından
bıçaklandığı o dere
kıyısında tayf gibi yeniden gelecekler - Işık.

Göğün altında dingin, körlerin sonsuz karanlığında
tadacaklar maviyi.

Erdoğan Alkan, Şairin Atölyesi 1, Ocak 1993


Arşa Kadar

Sonra o da sustu, kuş
Uçtu bir başka balkona
Dayanılmaz bir sessizlik
Çöktü odaya, nasıl da geçti
Zaman, hayaletler işe gidecek
Birazdan, kavakları okşayacak
Rüzgâr, ateş durdu, söndü, korlaştı
Kül yayıldı, gevşedi, sonra o da sustu
Kuş, tekrar kondu balkon demirine
Resimler bir kez daha gösterildi
Amcalara, teyzelere ve o eski
Mektuplara damladı gözyaşları
Damladı damladı, sessizlik hep
Çöreklendi odalara, zaman
Selâmsız sabahsız çekip
Gitti hep, haberimiz olmadı
Kavağın halinden, ateş yoruldu
Su susadı, güneş terledi
Gece soyundu, soluklar sıklaştı
Sonra o da bitti, kuş kışın
Gelmedi, kar da yağmadı bu yıl
İlkyaz erken geldi, kuş hiç
Gelmedi, başka kuşlar da konmadı
Balkon demirine, fotoğraflar sarardı
Eskidi, amcalar teyzeler öldü, zaman
Hiç durmadı, suskunluk büyüdü
Büyüdü ta arşa kadar
Sonra o da sustu

Gültekin Emre, Adam 1994 Şiir Yıllığı, S.97


Kuh-i Nur

İnce adamlar yanardı ince kandillerde
ince kandillerde isli yüzler unuttuk
karanfil incinirdik / bir geyik ağlardı sessiz
bir geyik kucak dolusu karanfil ederdi
eder miydi /
hırkamızı bir kadına sermesek
bir kadın eder miydi sevmek.

kendi ışığını taşır içinde / pervane
yalnız haşhaş incitmez ellerimi
narenciye kokuyor gözlerim / gözlerindeki kuş yırtılmış ortasından
yırtılmışsa suratına bağırdığım ayna /
katlimdir şiir
her akşam aynı yerden başla bana
ki soyunsun ince adamlar ince yerlerinden

bir bakır akçe miydi tanrı / her duada yeni baştan harcanır
bir yıldız ürker yıldızlığından ki derviştir
ki lamdır
ki mimdir
biter bütün dinlerin bozuk parası
hangi kitap her incil /
ince adamların ince gözlerinde

yürek değil taşıdığım kırlangıç /
iskender'in dağlarımıza girdiği yer
suyu unut / mühürlendi bulutların öfkesi
bu yüzden / kanayan yerlerimde /
onarılmaz bir leke
ince adamlar yıkanır ince mendillerde

İdris Özyol, Düşler Dergisi Sayı:6, Şubat 1993

Fotoğraf: Mitch Dobrowner, Yıldırım Düşmesi


4 Aralık 2024 Çarşamba

Eşkal Üzerine Bir Şiir

Bir omuzuna attığı kolan
Bir omuzunda samanyolu
nehir yataklarında bir ayağı
ötesi görünmüyor kamçılı karanlıkta
suları sırtlayıp geçmişti buradan
Çolpan yıldızı hangi dağlara düştü?
Ergir mi demirdağ?
Bıçağın sayada hafifliği boşuna
Boydan boya göğsümü geçen yaralı hayvan
Adadım yüreğimi ardından giden aya

Dilsizim ve adsızım şimdi
Aşk diyorlar değil mi buna?

ay, saydam kuyu
yüzünün yüzüme ettiği zulüm
işte çuhaçiçeği, işte kayın ağacı
gecikmiş yağmurlardan su içmeye inen söğütler
tuzlaşıyor kemiklerim sönen suların üstünde
sabrın ilâhisini bitirdim, dindi yollarım
Görünmez karanlıktan biçtiğim elmas kesim
döner dururum hâlâ
Bilirsin tenhadır can
boynumda asılı ay, söyle kimse geçmedi değil mi buradan?

Murathan Mungan, Gösteri 151, Haziran 1993

Fotoğraf: Arzu Eygay


Uzak Kaderler İçin

Birgün, bir yağmurla garip garip 
-Çoluğu çocuğu terk edeceğim.- 
Bir sevgiyle doymayacak kalbim, anladım 
Alıp başımı gideceğim.

Asır yirminci asırdır, amenna 
Bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım 
Neon lambaları büsbütün karartır gecemizi 
Uzaklar daha uzaklaşır 
Bir define çıkarır gibi kayalardan, Ademden beri 
Sımsıcak sevgilere muhtacım. 

Bir gün alıp başımı gideceğim 
-Yıldızlar ışısın, yollar üşüsün, yollar...- 
Belimi bir ılık şal sarsın, mavi 
Hüzünlü bir serencamın ardından, şarkısız 
Rüyalarım unutulmuş bir handa pes desin 
Görmüş geçirmiş bir çift duygulu dudak karşısında.

Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm 
Her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde 
Diyarı gurbette kanlı bir aşk 
Bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde 
En uzak beyazlar, 
En yakın ikindilerde, duygulu 
Ve bir sahil meyhanesinde bir akşam 
İçip içip ağlasam...

Nasıl kısa kesmeli bilmiyorum? 
Herkesin derdinden pay isterken. 
Uzak kaderlerin suları çağlar simdi 
Yıldızlar dökülür sonsuza içimizden.

Birgün, bir parkta otururken, biliyorum 
Bir el yağmurla dokunacak omuzuma 
Bir çift göz, bir davet, bir kalp 
Çoluğu çocuğu terk edeceğim. 
Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak 

Bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak 
Toprak ve insan kokularıyla, 
Uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için 
Başımı alıp gideceğim. 

Turgut Uyar

Fotoğraf: Arzu Eygay


Gün

birtakım vehimler silindi kasaba ağzında
eylül hevenkleri
ezilmiş izmaritler
nöbet basamakları epilepsinin
kırmızısını yitiren kırık kiremitler
ölümün loş bilgisini dayatan varlığıyla
mezar taşlarının soluğunda
ihtiyarlık,
yalvacı homurdanan geçmişin
çığlıktan bir leke olup dağa yürüdü
                          hortlakmışçasına
dağa yürüdü erbane sesleri arasında
bir portredir şimdi çizilmeyi bekleyen

ay, ışığıyla besledi saklı albino çocuğunu
ve o gün bugün ölümsüzdür bakışında
 büyümeye direnenin
ve kırkında taş kırıcının
sevilmeyen babalara benzerdi

gün, karıncaları ayıklamak içindi
bir tabak bulgurdan
açlığı uyutmak için güneş altına koyulan
büyük açlığı
doğmakla bir kazınmış zavallı alınlara

somya altına gizlenildi bronşit kılığında
gözlerinde her şey paslanmaya gebe
gizlenmenin gözlerinde
 ve beklemek beklemek beklemek
gizlenmenin gözlerinde
insan soyunun yazılmamış trajedisiyle
anne sonlu bir rükuydu o zamanlar
her şeyin geçiciliği
uzanarak göğüste bir yerin zayıflığına
uyuyarak ağrısında
dualar içre
çün
  kü: "ol!" denildi olduk
telafisi imkânsız

utanınca simurg gölgeliyor harfleri
dünyalı kanatlarıyla gölgeliyor suskun
öteki dağın ardında

Erhan İksamuk, Edebiyat Nöbeti, Sayı:54, S.16

Resim: Yusuf Bilge, Tuval Üzerine Yağlı Boya, 40x40 cm



Güneş

Çoğu sarkık pancurlu harap evleri ile 
Sefahat barındıran eski bir mahallede, 
Zâlim güneşin kente, damlara, tarlalara, 
Ok gibi ışınları vururken buğdaylara, 
Bir tek ben düşsel kılıç talimi için varım, 
Her köşede bir uyak rastlantısı koklarım, 
Kaldırımdaymış gibi uyup kelimelere, 
Çarparak uzun zaman düşlenmiş dizelere. 

Bu kansızlık düşmanı, gıda uzmanı baba, 
Uyarır dizeleri güller gibi kırlarda, 
Buharlaştırıp durur gamları göğe doğru, 
Ve bal ile doldurur kovanları ve usu. 
Koltuk değneklileri hep odur gençleştiren 
Ve genç kızlarmış gibi, onlara neşe veren, 
Buyurur her ürüne artık olgunlaşmayı, 
Bir de ölümsüz kalpte her dem çiçek açmayı! 

Odur, bir şair gibi, kente indiği zaman, 
En iğrenç olan şeyin bahtını soylu kılan, 
Güneştir, kral gibi, giren hastanelere 
Ve bütün saraylara, uşaksız ve sessizce.

Charles Baudelaire, Kötülük Çiçekleri, Adam Yayınları, S.23

Çeviri: Ahmet Necdet

Resim: Vincent Van Gogh, Güneş Batarken Çiftçi



Mürekkep Hokkası

            Öfke, hançeremdeki, mi garganta,
                                            öteki kişidir.

                       Ağzın ağzı derinlerin en derinidir.

Kin, kuyuya düşen evsiz oğlan çocuğu.

Aşağıya doğru bağır, cevap verecektir.
                                   La lengua, o dil.

Ne zamandır oradasın sen, aşağılarda?
                            Subterráneo, yeraltında.

Cortés’in mektuplarını okumak kolay değil,
                            her sayfada bir at ölmektedir.

Kentin valisi evsiz, bir kanoda kalmakta.
Yüzlerce yerli mızraklanmış yatmakta.

            Bir başka kent yanmış yakılmış
            bütün kapalı yerlerdeki canlılarıyla.

Her sayfada insanlar ölülerinin
üstünde yürürken görülür.

La tierra estercolada, verimli kılınmış toprak,
aynı giysiyi her yere yayar.

                        Her sayfada gelecek gelmektedir
                        yılan yığınlarıyla.

            Taslak yeniden ve yeniden geliştirilir.

Hiç demez ama, bu bizim aldığımız, onların yuvasıdır.

Desirée Alvarez,  Poetry dergisi, Nisan 2019.


Çeviri: Necmiye Alpay

İspanyol sömürgeci Hernán Cortés, 1519 yılında Meksika’da karaya çıktı ve sonraki birkaç yılda bütün bir Aztek İmparatorluğu’nu işgal etti. Desirée Alvarez bu şiirinde, sömürgeci Cortés’in Amerika kıtasından İspanyol kralına yolladığı mektupları konu ediniyor.
Alvarez bu mektuplarda tekrarlananları ele alırken kendisi de şu sözleri tekrarlıyor: “her sayfada bir at ölmektedir” “her sayfada gelecek gelmektedir” “her sayfada insanlar/ ölülerinin üstünde yürürken görülür”. Ancak, günümüzün yazarı Alvarez, kendi yazdıkları ile Cortés’in yazdıklarını ayırt etmek üzere, sömürgecinin görmezden geldiği şu olguyu vurguluyor: “Hiçbirinde demez bu bizim aldığımız, onların yuvasıdır."
https://necmiyealpay.blogspot.com web sayfasından alıntılanmıştır



3 Aralık 2024 Salı

İyi Davranmıyorsun Kendine

İyi davranmıyorsun kendine
Sütünü içiyorsun, tıraş oluyorsun ama
Gözlerin yaban kuşların gözleri
Kim taktıysa zabit gülümsemesini
Onla yetiniyorsun içtenlik niyetine
Çok yakından, o derin mesafeden
Kimse soramıyor neyin var diye
Işığı söndürdüğünde imlasız bir ses
İyi davranmıyorsun kendine.

Ne zaman görsem seni, senle ilgili
Bir hışımla geçiyorsun kuşların yemlendiği meydandan
Ardında kanat izleri, tüy döküntüleri
Bir gece yarısı gitmiştin, kilit dilinin usulca dönüşünü
O gün galiba, üstünden düşen düğmenin sesini
Parmağına doladığın saçlarının iniltisini bıraktın
Ve şehre gizledin kendini
Şimdi şehrin burçları ürkütüyor
Balkonlar ürkütüyor
Sokak lambaları gözüne batıyor
Sessizliğin uçurum kıyısı
Rüzgârın titriyor
Ne çok isterdim sesimle dokunabilmeyi.

İyi bakmıyorsun kendine
Gözlerin çırağan yangını, kulağın bulvar
Sigaran cayır cayır her nefesinde
Sesin Kerbela kavruğu
Ellerin Kız Kulesi'nin sandalı sanki
Masum, titrek, kederli
Bir yaprak düşse, ezer geçer üstüne
Kalbini okşamaya gücü kalmaz
Kalp, yalnızca kalp kibardır, söylemez ama
İlk toza karışan o olabilir.

İyi davranmıyorsun kendine
Yalana da alıştın, kekeme
Uğultun yeraltından geliyor
Üstünde paslı rayların izi
Kimse duymaz ki silah sesini.

Mahmut Temizyürek, İz ve Rüya, Öteki Yayınevi, S.45-46

2 Aralık 2024 Pazartesi

İki Ayrılık

Evimin önünden bir gök geçiyor
Gök dediysem günlük şarabım, misafir odam
Harfsiz yüzler hatırlar mı beni bilmem
Ne biçtiysem ömrüm, öyle kurşun hızıyla 

Başka kimsem bir güvercindi senden
Anlamaya gelirdi duvarları kanat sesiyle
Yalnız su gibiydi, seçilmiş bir şehirdi
Kalbe bağlı kederden ölmedi, öldürmedi

O şehre girip hatırla bedelini
Afyon kokuları, deniz feneri, içsiz kadınlar
Kaçak bir tabanca ve kayıkla
İki ayrılık bir yolculuk etmedi

Can Adalı


Güvercin Kayaları

                                                        Cemal Süreya'ya
Şimdi birçok yıldız doğdu
Kekik kokulu okaliptus tepelerinde
Uyanabilirsen uyan bir bak
Silahın parmaklarının biraz yakınında duruyor
Parmaklarının biraz yakınında sen duruyorsun
Uyanabilirsen uyan bir bak
Kirli ayaklarının altında
Yeşeren bu diken biraz Afrikaysa
Sen de biraz Afrikasın

Yavru güvercinler gidiyor dağlarından
Senin kan kokulu ellerine
Bazı kurşunlardan sonra bir parça kan akıyor
Ne olacak bir parça kan işte
İşte bir parça kan
Afrika önünde

Şimdi birçok yıldız doğdu
Uyanabilirsen uyan bir bak
Kopmuş bir dağ gibi ölü yalnızlığına düşüyor
Şehirlerin pis kokusuna
Etinin daha pis kokusuna
Uyan bir bak
Sol yanında yusufçuk kuşları
Umulmadık şiirler söyleniyor
Bir Afrika haritasına yakın
Denizin sabah aydınlığıyla dolduğu yerde
Güvercinlerin gelip gittiği yerde

Muzaffer İlhan Erdost


rüya ve buğday

bir derin tarla sürüyorum, pulluk
bıçağı sanki rüyamsı bir gümüş varak...
topraktan fışkırıyor, iri, sapsarı güneş:
som altından koca bir tepsi olarak...

tepsi boş, istiyorum, buğdayım olsun,
himmet verelim mi? diyor, pîrim;
kalbimse buğdaydan hiç vazgeçmiyor,
o ısrarcı, ben oralı değilim..

dönüşte, yolda torbadan düşüyor güneş;
bakıyorum, hayret! erik dalında üzüm!
şaşkın, diyorum, pîrimin bir bildiği var,
ama himmet istemeye yok artık yüzüm...

Hilmi Yavuz, Rüya Şiirleri, Everest Yayınları, S.33


İzleyiciler