16 Şubat 2024 Cuma


"İnsan zihni, ChatGPT ve benzeri gibi, bir konuşmaya veya bilimsel bir soruya en makul cevabı elde etmek için yüzlerce terabayt verinin açgözlü bir istatistik makinesi değildir. "
Aksine, "insan zihni sınırlı miktarda bilgi ile çalışan şaşırtıcı derecede verimli ve zarif bir sistemdir. Verilerden kaynaklanan bağlantılara zarar vermeye değil, açıklamalar üretmeye çalışıyor. Oysa yapay zeka hiçbir şey yaratmıyor, var olan sanatçıların eserlerini kopyalayıp telif hakkı kanunlarından kaçacak kadar modifiye ediyor.
Bu, Avrupalı sömürgecilerin Amerikan Yerlilerinin topraklarına geldiklerinden beri kaydedilen en büyük fikri mülkiyet hırsızlığıdır. 

Noam Chomsky, New York Times - 8 Mart 2023



14 Şubat 2024 Çarşamba

Uçun Kuşlar

İnsandır suda akan, yaprakta yeşil, gülde kırmızı
zorlu bir dal gibi eğleniriz de fırtınalarla
ince bir sızı birden, bastırır kırar kollarımızı
ve bir akşam kuşlar gibi elimizden uçup giden mutluluk
bir sabah ebemkuşaklarının altından dörtnala gelir
yaşayalım çocuklar
her şey bizimdir

bir giysi örtüsünde ben bu yedi satırı
ipek ipliklerle işlenmiş buldum
bozkırda yüzükoyun bir hitit kasabası
yedi renk ipek satır yedi bülbül yavrusu
vurmuşlar anasını da kalmış yavrusu
bir sürgün ozan yazmış vaktin birinde
bir gençkız ipeklemiş onu örtüye
yedi renk ipek iplik, yedi bülbül yavrusu
ak örtüde yedi satır, gökkuşağı iğrisi
bu yalnızlık bu sürgün, insan olmak acısı
aldım yedi yavrucuğu koydum buraya
yedi bülbül yavrusunu verdim anaya
yaşıyor mu bilmiyorum o sürgün ozan
yaşıyorsa bilsin diye o sürgün ozan
birgün çıkıp gelsin diye o sürgün ozan
'uçun kuşlar'
'uçun kuşlar'
koydum adını
ben bu şiirin

ben miyim sürgün ozan, kardeşim mi o gençkız
i'leri yıldız yıldız, ü'leri yıldız yıldız
işleyen o kardeşim
kimbilir nerde yalnız!

bir giysi örtüsünde yedi bülbül yavrusu
yedi satır, yedi renk, gökkuşağı iğrisi
içer içer ağlar biri şimdi uzakta
bu bir sınıf acısı

Hasan Hüseyin Korkmazgil, Bütün Şiirleri 2, Oğlak, S.95-96, Bilgi Yayınevi


Sevgi Bağları

Anne sevgisinden öteydi
Anneannemin dayıma bağlılığı
Mobilya ustasıydı dayım
İyi kazanan, iyi harcayan.
Yirmi altısında evlendi, otuz altısında öldü.
Tiyatro seyretmek, müzikli eğlencelere katılmak için
On yıl boyunca hafta sonları uçakla
Balıkesir’den İstanbul’a geldi
Selahattin Pınar’la ahbaplık etti
Adı annesinin adı olan bir sevgili buldu
        -Fehime’yle görülmüş Erdek’te
         Belki de Genç Oyuncular’ı seyrederken.-

Anneannemin gözleri dolu
Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun
Gördün güzelleri beni unuttun’u
söyledi ardından.

Erken ölümünün ardından tereke açıldı
Bir hayli borcu çıktı dayımın
Adları hala hatırımdadır alacaklı kumaş tüccarlarının
Taki, Arto, İlhami

En iyisi herkesin “reddi miras” etmesiydi
Yengem, annem yargıca red dediler.
Sıra anneanneme geldi, yüzü al al ayağa kalktı,
“Oğlumdur, kabul ediyorum Hakim Bey” dedi, oturdu.

Dayımın bütün kalıtı, yani kendi eliyle yaptığı ev eşyaları
Bizim eve taşındı.
Anneannemin tek geliri olan üç aylığına haciz kondu.
Ölene dek -on iki yıl- oğlunun borçlarını ödedi.

Hala üzerinde otururum yazı yazarken 
Dayımın yaptığı sandalyenin
Annemin çamaşırları onun şifonyerinde durur
Bir divanı var ağabeyimde.
Bir de fotoğrafı olacak kim bilir nerde?

Turgay Fişekçi


2 Şubat 2024 Cuma

Sürgün

Bir ölüyüm ben, dolaşıp duran 
artık hiçbir yerde kaydım yok 
bilinmiyorum mülki amirin görev yerinde 
sayı fazlasıyım altın kentlerde 
ve yeşeren taşra yörelerinde. 

Vazgeçilmişim çoktan 
ve hiçbir şeyle anımsanmamışım. 

Yalnızca rüzgârla ve zamanla ve sesle 

ben insanlar arasında yaşayamayan 

Ben Almanca diliyle 
çevremde kendime mesken 
edindiğim bu bulutla 
bütün dillerde sürüklenmekteyim. 

Nasıl da kararıyor bulut 
yağmurun tonları da koyulaşmakta 
çok azı yağıyor 

O zaman bulut ölüyü daha aydınlık bölgelere taşıyor.

Ingeborg Bachmann

Çeviri: Ahmet Cemal



1 Şubat 2024 Perşembe

anılar tarafsız değildir

bensem kapının önündeki, bir bir yüzüme vururum
korkmam yakamdaki akrebi ürkütmekten

mahallemizde çıkan yangın gibiydim, söndürülmekte hep gecikilmiş
ne rüzgar vardı ne de ahşaptı evleri, zevkle seyredildim böylece
herkesten saklamakla övündüğüm yaramı da ben açtım ve seyredildim
boynum kimselerin dikkatini çekmemiş, bundan çekinmiyorum
dağlara düşmedi gölgem, kabul, avluların tarihinde adım yok
ama şehre de uymadı iklimim, karkuyusunda benim için her mevsim
kepenk kapattırdığım günün bilsem de yenilgimin provası olduğunu
kaldıramıyorum kılıcını saklayan zabit gibi çarşıdan geçmeyi

    fail, meçhul, maktül ve mağdurum
bir yarım kanıma girer, her sabah omuzlarıma bir yıldız eklerdim
bir yarımı kan tutar, cephe gerisini gezerdim her tatbikat sonrası
ya saraydaydım hil'at töreninin bedeli boğazıma yapışan ellerdi
ya da aztekdim, başımdaki ta'coldu kurban edilişimin ödülü
    sormadım yine de: ya benim günüm kaç yıl oldu

bu defter 'yen içindeki her kolu kırma mevsimi'nde açıldı
şimdi bir itfaiye erinin zimmetinde ve yangından tek kurtarılmış
bilsin cümle alem, savcılık ifademde de var, elyazım benimdir
bir kaç yıldır cübbesini ve kalbini çekiştirip duran birinin
vaktim olmadı sayfa kenarlarını süslemeye, bir buna yanarım

bensem saat kulesindeki rüzgar, bir bir yüzüme vururum
    vururum, anılar tarafsız değildir

Akif Kurtuluş, Tören Provası, S.9-10 Öteki Yayınevi, 1987 

Kitap Kapak Resmi: Pieter Brueghel


"Her şey kibir. Her şey boş."


“Bugün överler, yarın önceki gün övdüklerini istismar ederler. Ve ondan sonra seni, beni, her şeyi unutacaklar. Her şey kibir. Her şey boş. İnsanlık zaten aptallığa ve alçaklığa teslim edildi ve şimdi sadece kendini tekrar edip duruyor.”

Andrey Rublyov, Film, 1966 

Yönetmen: Andrey TarkovskiSenaryo: Andrey Konçalovski


31 Ocak 2024 Çarşamba

Barış

Çocuğun gördüğü düştür barış.
Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.

Akşam alacasında, gözlerinde ferah bir gülümseyişle döner ya baba
elinde yemiş dolu bir sepet;
ve serinlesin diye su, pencere önüne konmuş toprak testi gibi
ter damlalarıyla alnında...
barış budur işte.

Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman
ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara,
yangının eritip tükettiği yüreklerde
ilk tomurcukları belirdiği zaman umudun,
ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık,
boşa akmadığını bilerek, kanlarının,
barış budur işte.

Barış sıcak yemeklerden tüten kokudur akşamda
yüreği korkuyla ürpertmediğinde sokaktaki ani fren sesi
ve çalınan kapı, arkadaşlar demek olduğunda sadece.
Barış, açılan bir pencereden, ne zaman olursa olsun
gökyüzünün dolmasıdır içeriye;
gökyüzünün, renklerinden uzaklaşmış çanlarıyla
bayram günlerini çalan gözlerimizde.
Barış budur işte.

Bir tas sıcak süttür barış ve uyanan bir çocuğun
gözlerinin önüne tutulan kitaptır.
Başaklar uzanıp, ışık! Işık! -  diye fısıldarlarken birbirlerine!
Işık taşarken ufkun yalağından.
Barış budur işte.
Kitaplık yapıldığı zaman hapishaneler
Geceleyin kapı kapı dolaştığı zaman bir türkü
ve dolunay, taptaze yüzünü gösterdiği zaman bir bulutun arkasından
cumartesi akşamı berberden pırıl pırıl çıkan bir işçi;
barış budur işte.

Geçen her gün yitirilmiş bir gün değil de
bir kök olduğu zaman
gecede sevincin yapraklarını canlandırmaya.
Geçen her gün kazanılmış bir gün olduğu zaman
dürüst bir insanın deliksiz uykusunun ardı sıra.
Ve sonunda, hissettiğimiz zaman yeniden
zamanın tüm köşe bucağında acıları kovmak için
ışıktan çizmelerini çektiğini güneşin.
Barış budur işte.

Barış, ışın demetleridir yaz tarlalarında,
iyilik alfabesidir o, dizlerinde şafağın.
Herkesin kardeşim demesidir birbirine, yarın yeni bir dünya
kuracağız demesidir;
ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle.
Barış budur işte.

Ölüm çok az yer tuttuğu için yüreklerde
mutluluğu gösterdiğinde güven dolu parmağı yolların
şair ve proleter eşitlikle çekebildiği gün içlerine
büyük karanfilini alacakaranlığın...
barış budur işte.

Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların
sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.
Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir.

Ve toprakta derin izler açan sabanların
tek bir sözcüktür yazdıkları:
Barış
Ve bir tren ilerler geleceğe doğru
kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden
buğdayla ve güllerle yüklü bir tren.
Bu tren, barıştır işte.

Kardeşler, barış içinde ancak
derin derin soluk alır evren.
tüm evren, taşıyarak tüm düşlerini.
Kardeşler, uzatın ellerinizi.
Barış budur işte.

Yannis Ritsos

Çeviri: Ataol Behramoğlu

Resim: Kawase Hasui


İyilik Neye Yarar?

1.

İyilik neye yarar,
Öldürülürse iyiler çarçabuk,
ya da iyilik görenler?

Özgürlük neye yarar,
yaşarsa bir arada
özgürlerle tutsaklar?

Akılsız olmak madem ekmek sağlar herkese,
akıl neye yarar?

2.

İyi insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı,
iyilik beklenmesin!

Özgür insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı,
kavuşsun özgürlüğe herkes,
özgürlük sevgisi geçersiz olsun!

Akıllı insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı,
akılsızlık zararlı olsun!

Bertolt Brecht

Çeviri:A.Kadir (Abdulkadir Meriçboyu)

Resim: Juee Oberoi, Field of Hope


26 Ocak 2024 Cuma

Dünden ve Andan

elbette bizler
güneşin batışından kısa ömrümüzü
hiç bitmeyecek sayacağız

başka türlü
nasıl yaksın göğsümüzü
aramanın muğlaklığı

o yangi ki
hayat demektir
ve ödülü ölmektir

bir damla terde bir okyanus bulacağız
vaktin yasalarıyla kumar oynayacağız
mum ışığında günlük yazıp
bir daha okumayacağız

Elbette bizler
yarından medet umacağız
dünden ve andan medet umanların içinde

başka türlü
ne için uyanalım
bahar uykusundan

o bahar ki
uyanınca kaybolur
fakat yanında götürmez
yaşanmamış günlerin hatıralarını

rüyaydı diyeceğiz
tatlı bir rüyaydı.

Çağrı Sinci


Zaman Kırıntıları

Biz, zaman kırıntıları,
Zaman sinekleri,
Tozlu camlarında günlerin sessiz kanat çırpanlar
Ve lüzumsuz görenler artık
Bu aydınlıkta kendi gölgelerini!

Sanki siyah, simsiyah taşlar içinde
Siyah, simsiyah kovuklarda yaşadık biz,
Sanki hiç görmedik birbirimizi,
Sanki hiç tanışmadık!

Dünya bize öyle kapattı kendisini...

Neye yarar hatırlamak,
Neye yarar bu cılız ışıklı bahçelerde
Hatırlamak geçmiş şeyleri,
Bu beyhude akşam bahçesinde
Kapanırken üstümüze böyle
Zaman çemberi
Hatırlıyor yetmez mi
Güneşe uzanan ellerimiz!

Aynalar sonsuz boşluğa 
Çoktan salıverdi çehremizi,
Yüzüyoruz,
İpi kopmuş uçurtmalar gibi.
Biz uzak seyircisi bu aydınlık oyunun,
Birdenbire bulanlar içlerinde
Gülüncün sırrını,
Ne kadar benziyoruz şimdi,
Aynı tezgâhtan çıkmış testilere
Bir şey, bir şey kaldırdı bütün ayrılıkları!

Baksak aynalara
Tanır mıyız kendimizi,
Tanır mıyız bu kaskatı
Bu zalim inkârın arasından
Sevdiklerimizi.

Ben zamanı gördüm,
İçimde ve dışımda sessiz çalışıyordu,
Bir mezar böyle kazılırdı ancak,
Yıldırımsız ve baltasız,
Bir orman böyle devrildi!
Ben zamanı gördüm,
Kaç bakışta bozdu hayalimi,
Ve kaç düşüncede!
Ben zamanı gördüm,
Şimşek gibi bir ânın uçurumunda.

Kim tanır bizi şimden sonra,
Aydınlığı kıt gecemize
Misafir olanlardan başka;
Kuru tahta üstünde bizimle
Paylaşanlar günlerimizi
Ve benim gözlerimle bakanlar güneşe
Ancak tanır bizi
Mor çemberlerin uçuştuğu akşam sularından!
Akşamın tek bir ağaç gibi
Dal budak saldığı sular
Çocukluk rüyalarının bahçesi!
Sakın kimse el sürmesin dallara,
Yapraklar, meyvalar olduğu gibi kalsın
Benim uykum boyunca!

Ben zamanı gördüm,
Devrilmiş sütunları arasından
Çok eski bir sarayın
Alnında mor salkımlar vardı
Ve ilâhlar kadar güzeldi.
Uçmak için kanatlanmayı bekleyen
Yavru kuş gibi doğduğu kayada
Ben zamanı gördüm
Çırpınırken avuçlarımda.

Bak martılar kanat çırpıyor sana
Bir rüyadan kopmuş gibi bembeyaz
Yelkovan kuşları yalıyor suyu,
Sen ki bakışından yumuşak bir yaz
Gülümser en yeşil gecesinden
Ve sesin durmadan, durmadan örer,
Yıldız yosunu bir uykuyu...
Bak, martılar kanat çırpıyor sana.

Süzülen yelkenler var enginde,
Dalgalar var, güneş var.
Güneş ayna ayna, güneş pul pul
Güneş saçlarınla oynar
Omzundan tutar giydirir seni,
Sırtında tül olur belinde kemer
Boynunda inci
Ve dişlerinin zâlim çocuk sevinci
Birden Tanrılaşırsın genç adımlarında
Mevsimler önünde çözer yükünü
Bahçeler yığılır eteklerine!
Rüya ile
Hayal arasında
Hayal ile
Hakikat arasında
Yalnız sen varsın!
Gece ile
Gündüz arasında
Güneşle
Göz arasında
Yalnız sen varsın!

Niçin sen yaratmadın bu dünyayı?
Ellerinin mesut işaretlerinden
Daha güzel doğardı eşya!
Daha zengin olurdu aydınlık
Kendi karanlığından çağırsaydı sesin,
Sular başka türlü akardı
Sert kayalardan göklere doğru
Büyük, mavi, aydınlık sular!

Eğilme sakın üstüne
Kendi yeşilinde boğulmuş havuzların,
Ve bırakma saçlarını tarasın rüzgâr,
Durmadan çukurlaşan bu aynada!
Bilinmez hangi uzaklara götürür seni
Dudak dudağa öpüştüğün hayal!
Sokma güneşle arana,
İmkânsızın parıltısını!
Ve tanımadan, hiç tanımadan sev insanları!
Değişmenin ebedî olduğu yerde
Güzeldir hayat!

Ne kadar uzak, uzak
Yollardan gelir bize
Ve çok yabancı bir şey gibi sevinçlerimiz,
Keder durmadan çiçek açar içimizde.
Ne çıkar unuttuk hepsini!

Biz ki boş yere gerilmişiz anladık artık,
Yıldızların amansız çarkına
Ve boş yere sızlamış kemiklerimiz,
Bilmiyoruz şimdi, mevsim yaz mı, bahar mı
Bahçelerde hâlâ güller açar mı,
Bilmiyoruz, kadınlar, kızlar,
Şarkılar masallar var mı?
Gece ile gündüz,
Acıdan kaskatı kesilmiş yüz,
Uykusuzluktan harap göz, 
Öpüşen dudaklar,
Çözülmeye razı olmayan eller var mı?
Ayrılık var mı gurbet var mı?
Biz beyhude yere gecikenler,
Çoktan bitmiş bir yolun ucunda
Bilmiyoruz şimdi ıssız gecede
Ne yapar ne eder,
Gidip de gelmeyenler,
Beyhude bekleyenler!
Biz ayın çıplak arsasında
Savrulan zaman kırıntıları.
Nerden bilelim bunları!

Ahmet Hamdi Tanpınar

Resim: Frederick Childe Hassam, Sokak, 1910


Dünya Bu

Yüzüne çok gülerler: yüzde yüzü yalandır;
Menfaat kaygusudur hepsi, filân, falandır.
Alemin göz diktiği cebinde son kalandır.
Cebin delikse eğer vermezler bir yudum su,
Aldırma adam sen de... hepsi geçer, dünya bu!
Herkes ısınır sana mangalın dolu korken;
Hısım akraba çoktur kazanın kaynıyorken,
Dostların yüzü güler maymunun oynuyorken.
Hakikî dost ararsan ne o, ne bu, ne de şu.
Aldırma adam sen de... hepsi geçer, dünya bu!
Düşenin dostu olmaz: bir yol düş te görürsün,
zaman dostları sen ancak düşte görürsün.
Tatlı hülyanın sonu budur işte, görürsün:
Hiç birinin aslı yok, her şey fâni... bakî hu.
Aldırma adam sen de... hepsi geçer, dünya bu!
Gölü deniz zannettik, ince bir suyu Tuna,
Kardeş, arkadaş diye çok kandık şuna buna;
Meğer güzel yılları harcamışız boşuna.
Yazık ki giden gençlik gelmez geriye tuuu...
Aldırma adam sen de... hepsi geçer, dünya bu!
Bak bugün her tarafta esen rüzgâr sam oldu,
Her yer tutuştu, yandı; neşeler hep gam oldu,
Medenî Avrupalı değişti, yamyam oldu,
Deme: "Bu ne sakat iş? ne çılgınlık bu yahu?"
Aldırma adam sen de... hepsi geçer, dünya bu!

Halide Nusret Zorlutuna
Şiirimizde Taşlama, Şiir Antoloji, S.9, Ümit Yaşar yayınları, 1962


Eskilere Göre Yeniler

Zamane şairleri Yaniye Kâni derler,
İki satır dizince adına mâni derler.

Çaldıkları ıslığa saf şiir derler çoğu,
Çektikleri sıtmaya vahy-i rabbâni derler.

Altı saatlik ömrü olmıyan şiire bâki,
Altı asır yaşamış gazele fâni derler.

Nazma yumruk atanlar ya dâhidir, ya şair;
Musiki, renk ve mâna koyana câni derler.

Eskilerin bir ölmez şiir perisi vardı;
Yeniler böylesini görse zebani derler.

Eskiler ilham için gezerlerdi Adada;
Yeniler, ver elini mezeci Yani, derler.

Aynı adam sanırlar bütün sakallıları,
Abdülhak Hâmide Hamid'i sâni derler.

Devrin şiirlerinde her kim mâna ararken
Aklını oynatırsa, tesiri âni derler.

Eskiler böyle anlar yenilerin şi'rini,
Yenilere sorarsan, idraki mâni derler.

Çamdeviren sorarsa, kimdir hakikî şair,
Memleket yollarında Veyselkarani derler.

Faruk Nafiz Çamlıbel
Şiirimizde Taşlama, Şiir Antoloji, S.7, Ümit Yaşar yayınları, 1962


İzleyiciler