27 Şubat 2024 Salı

Görmenin İktidarı


Görmediğiniz şeylere inanır mısınız? Peki ya gördükleriniz, "gösterilen" ama gerçekliği tartışılır görüntüler ise buna ne kadar inanabilirsiniz? 

Bakmak ile görmek arasında bazen korkunç bir uçurum oluşur. Göz, edilgen bir yapı içinde sadece seyredip tepki de vermeyince, görüntü yalan söylemeye başlar. 

Yaşadığımız yüzyıl, görüntünün ve görmenin iktidarıyla şekilleniyor. "Global köy"ün fotoğraf, televizyon, sinema, bilgisayar ve internet gibi en ışıltılı teknolojik araçları, "homo saphiens [düşünen insan]"ın yerine "homo videns [gören insan]"ı inşa ediyor. 

Dünyayı, saatlerce karşısına kilitlenerek izlediği televizyondan tanıyan "ekran çocukları"ndan, görüntü sihrine dayalı propagandaların sürekli bombardımanı altında kalan yetişkinlere kadar, hepimiz bu gücün kuşatması altındayız. 

İtalya'nın son yüzyıldaki önemli düşünürlerinden biri olan Giovanni Sartori, bu kitabında televizyon ve postmodern düşünce bağlamında, görüntünün gücüne dair çok çarpıcı yorumlarda buluyor. Sunuş yazısında belirtildiği gibi, elektronik medya ile yaratılan sözde 'gören insan'ın, "nasıl bir uyku imparatorluğu vatandaşına dönüştüğünü, sorgulayan bir dille anlatarak, en azından düşünsel eylemsizliğimize bir son vermeyi" amaçlıyor. 

Bu kitabı okuduğunuzda, Focault'un sorduğu "Gören mi iktidardır, görülmeyen mi, yoksa görülmeden gören mi?" soruşuna kendi yanıtınızı verebilirsiniz belki... Belki de Aristoteles gibi antik yazarların, göz'ü askeri bir stratejiste benzetmelerinin ve insansı bir varlık olarak algılamalarının nedenini daha iyi kavrayabilirsiniz.

Giovanni Sartori, Görmenin İktidarı, Kitap Arka Kapağından Alıntılanmıştır
Çeviri: Gül Batuş, Bahar Ulukan

23 Şubat 2024 Cuma

kimi sevsem, sensin...

kimi sevsem sensin / hayret
sevgi hepsini nasıl değiştiriyor
gözleri maviyken yaprak yeşili
senin sesinle konuşuyor elbet
yarım bakışları o kadar tehlikeli
senin sigaranı senin gibi içiyor
kimi sevsem sensin / hayret
senden nedense vazgeçilemiyor

her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet
sarışın başladığım esmer bitiyor
anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
dudakları keskin kırmızı jilet
bir belâya çattık / nasıl bitirmeli
gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
kimi sevsem sensin / hayret
kapıların kapalı girilemiyor

kimi sevsem sensin / senden ibaret
hepsini senin adınla çağırıyorum
arkamdan şımarık gülüşüyorlar
getirdikleri yağmur / sende unuttuğum
hani o sımsıcak iri çekirdekli
senin gibi vahşi öpüşüyorlar
kimi sevsem sensin / hayret
in misin cin misin anlamıyorum

Attilâ İlhan, Bir Avuç Kıvılcım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2006

Resim: Dmitry Kustanovich


22 Şubat 2024 Perşembe

Elveda

Elveda
Şarkıdaki gibi
ve senin gidişindeki
ama sanki
bilmediğim bir dil gibi usumda
kördüm belki
göremedim
ve bilemedim
giderken veda ettiğini,
elveda.

Langston Hughes
Çeviri: Ergin Koparan


Düş Çeşitlemesi

Kollarım uzaklara savrulmakta
Güneşin bir yerinde,
Dansederek dönmekte
O akgüne erişinceye kadar.
Derken serin akşamın rahatlığı
Uzun bir ağaç altında
Yavaşça gelirken gece,
Karanlık bana benzer-
Benim düşümdür o!

Kollarım uzaklara savrulmakta
Güneşin çehresinde,
Danseder! Döner! Döner!
Yüklüğüne erişinceye kadar.
Solgun akşamın rahatlığı...
Uzun, ince bir ağaç...
Şefkatle gelen gece
Siyah! bana benzemekte.

Langston Hughes
Çeviri: İlhan Özdemirci


21 Şubat 2024 Çarşamba

Duvarlar

Toplum/Devlet ahlaken muhafazakârdır; tekil yalnızlığına saldırırken çoğul yalnızlığa mahkûm eder, gelenekçi ve gardiyandır.

Toplumların kendine özgü sınırları vardır. İlk bakışta görünmeyen, içinde yaşadıkça deneyimleyerek öğrenebileceğiniz sınırlar. Sınırlar mesafeler çizer aynı zamanda. Bireylerin özgünlüklerini korumak amaçlı, karakteristik ve istemli mesafeler değildir bunlar. Ortalama toplum modellemesi sonucu belirlenmiş ve ahlak, gelenek/görenek, dinsel ve kültürel algılardan beslenen klişelerdir bu söylediklerim. Tartışmasız ileri sürülen, sığınılan, üzerinden yargılar üretilen, mazeret edinilen, kalkan yapılan türden suni yapılardır aslında. Suni yapıları, tanımlanıyor olmalarından gelir. Tanımlanan, tanımlayana doğrudan bağlı olması nedeniyle aynı zamanda hesapçıdır. Hesap özneye bağlı olarak sonuçlanır ve genelleşir. Özne toplumsal yapının güç dengelerini gözetir. Kantarın topuzu önemlidir. Oysa kitapları, marangozun kendine göre belirlediği tek tip aralıklı raflara sığdırmaya çalışmak olur bu. Her kitabın içeriği, yazarı, forması, amacı vb. nasıl farklılaşırsa ve hazır kütüphane modeline göre kitapları yeniden ölçüp / kesip / biçerek raflara sığdırmak ne ise; bireyleri toplumsal eğilim ve eğitimlere göre yeniden yoğurmak muhtelif sosyal genetiğe uymayabilir.

Toplumsal sağlık denilen düsturlar, eğitsel yanlışlar, dayatmalar, formalar, kalıplar, klişeler sonuçta toplumun hastalıklı bireylerle dolup taşmasına sebep olur. Bireyde, ailede, evde, okulda, sokakta, işyerinde sonuçları olumsuza örnek binlerce yaşanmışlığa şahit oluruz.

Yapıların kendi ürettiği duvarların neden olduğu hastalıkların tedavisi maalesef başka duvarlar örülüp/yalıtarak, ötekileştirip/ yabancılaştırılarak tedavi amaçlanır. Toplumsal rehabilite devreyi tamamlar!

Psikolojik şiddet, korku duvarları, işkenceler, ötekileştirmeler, düşmanlaştırmalar, sürgünler, yalnızlaştırmalar... Rehabilite merkezleri, açık ve kapalı cezaevleri, hücreler, hastaneler, okullar, üniformalar, siyaset, sorgulanamaz devlet otoritesi...

Mehmet Ali Canikli, Volkanik Sancılar 1, Bir İpek Böceğiydim Ben de, Denemeler, S.97-98

Alone in a Crowd in Grand Central Station #3 © William McCloskey

Zenciyim Ben

Zenciyim ben
Gece gibi
Afrika’nın derinlikleri gibi kara.

Köleydim her zaman
Saray basamaklarını temizledim eski Roma’da
Washington’da ayakkabı boyamaktayım şimdi.

Emekçiydim her zaman
Mısır'da piramitleri kuran benim
Benim, harcını karan gökdelenlerin.
Türkücüydüm her zaman
Afrika’dan Missuri’ye kadar yaydım türkülerimi
Çınlar kederli ezgisi onların her yerde
O tamtam ritmi.

Kurbandım her zaman
Kongo’da kırbaçla dövdüler beni
Ve şimdi linç edilmekteyim Teksas’ta.

Zenciyim ben
Gece gibi
Afrika’nın derinlikleri gibi kara.

Langston Hughes

Çeviren: Ataol Behramoğlu




16 Şubat 2024 Cuma


"İnsan zihni, ChatGPT ve benzeri gibi, bir konuşmaya veya bilimsel bir soruya en makul cevabı elde etmek için yüzlerce terabayt verinin açgözlü bir istatistik makinesi değildir. "
Aksine, "insan zihni sınırlı miktarda bilgi ile çalışan şaşırtıcı derecede verimli ve zarif bir sistemdir. Verilerden kaynaklanan bağlantılara zarar vermeye değil, açıklamalar üretmeye çalışıyor. Oysa yapay zeka hiçbir şey yaratmıyor, var olan sanatçıların eserlerini kopyalayıp telif hakkı kanunlarından kaçacak kadar modifiye ediyor.
Bu, Avrupalı sömürgecilerin Amerikan Yerlilerinin topraklarına geldiklerinden beri kaydedilen en büyük fikri mülkiyet hırsızlığıdır. 

Noam Chomsky, New York Times - 8 Mart 2023



14 Şubat 2024 Çarşamba

Uçun Kuşlar

İnsandır suda akan, yaprakta yeşil, gülde kırmızı
zorlu bir dal gibi eğleniriz de fırtınalarla
ince bir sızı birden, bastırır kırar kollarımızı
ve bir akşam kuşlar gibi elimizden uçup giden mutluluk
bir sabah ebemkuşaklarının altından dörtnala gelir
yaşayalım çocuklar
her şey bizimdir

bir giysi örtüsünde ben bu yedi satırı
ipek ipliklerle işlenmiş buldum
bozkırda yüzükoyun bir hitit kasabası
yedi renk ipek satır yedi bülbül yavrusu
vurmuşlar anasını da kalmış yavrusu
bir sürgün ozan yazmış vaktin birinde
bir gençkız ipeklemiş onu örtüye
yedi renk ipek iplik, yedi bülbül yavrusu
ak örtüde yedi satır, gökkuşağı iğrisi
bu yalnızlık bu sürgün, insan olmak acısı
aldım yedi yavrucuğu koydum buraya
yedi bülbül yavrusunu verdim anaya
yaşıyor mu bilmiyorum o sürgün ozan
yaşıyorsa bilsin diye o sürgün ozan
birgün çıkıp gelsin diye o sürgün ozan
'uçun kuşlar'
'uçun kuşlar'
koydum adını
ben bu şiirin

ben miyim sürgün ozan, kardeşim mi o gençkız
i'leri yıldız yıldız, ü'leri yıldız yıldız
işleyen o kardeşim
kimbilir nerde yalnız!

bir giysi örtüsünde yedi bülbül yavrusu
yedi satır, yedi renk, gökkuşağı iğrisi
içer içer ağlar biri şimdi uzakta
bu bir sınıf acısı

Hasan Hüseyin Korkmazgil, Bütün Şiirleri 2, Oğlak, S.95-96, Bilgi Yayınevi


Sevgi Bağları

Anne sevgisinden öteydi
Anneannemin dayıma bağlılığı
Mobilya ustasıydı dayım
İyi kazanan, iyi harcayan.
Yirmi altısında evlendi, otuz altısında öldü.
Tiyatro seyretmek, müzikli eğlencelere katılmak için
On yıl boyunca hafta sonları uçakla
Balıkesir’den İstanbul’a geldi
Selahattin Pınar’la ahbaplık etti
Adı annesinin adı olan bir sevgili buldu
        -Fehime’yle görülmüş Erdek’te
         Belki de Genç Oyuncular’ı seyrederken.-

Anneannemin gözleri dolu
Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun
Gördün güzelleri beni unuttun’u
söyledi ardından.

Erken ölümünün ardından tereke açıldı
Bir hayli borcu çıktı dayımın
Adları hala hatırımdadır alacaklı kumaş tüccarlarının
Taki, Arto, İlhami

En iyisi herkesin “reddi miras” etmesiydi
Yengem, annem yargıca red dediler.
Sıra anneanneme geldi, yüzü al al ayağa kalktı,
“Oğlumdur, kabul ediyorum Hakim Bey” dedi, oturdu.

Dayımın bütün kalıtı, yani kendi eliyle yaptığı ev eşyaları
Bizim eve taşındı.
Anneannemin tek geliri olan üç aylığına haciz kondu.
Ölene dek -on iki yıl- oğlunun borçlarını ödedi.

Hala üzerinde otururum yazı yazarken 
Dayımın yaptığı sandalyenin
Annemin çamaşırları onun şifonyerinde durur
Bir divanı var ağabeyimde.
Bir de fotoğrafı olacak kim bilir nerde?

Turgay Fişekçi


2 Şubat 2024 Cuma

Sürgün

Bir ölüyüm ben, dolaşıp duran 
artık hiçbir yerde kaydım yok 
bilinmiyorum mülki amirin görev yerinde 
sayı fazlasıyım altın kentlerde 
ve yeşeren taşra yörelerinde. 

Vazgeçilmişim çoktan 
ve hiçbir şeyle anımsanmamışım. 

Yalnızca rüzgârla ve zamanla ve sesle 

ben insanlar arasında yaşayamayan 

Ben Almanca diliyle 
çevremde kendime mesken 
edindiğim bu bulutla 
bütün dillerde sürüklenmekteyim. 

Nasıl da kararıyor bulut 
yağmurun tonları da koyulaşmakta 
çok azı yağıyor 

O zaman bulut ölüyü daha aydınlık bölgelere taşıyor.

Ingeborg Bachmann

Çeviri: Ahmet Cemal



1 Şubat 2024 Perşembe

anılar tarafsız değildir

bensem kapının önündeki, bir bir yüzüme vururum
korkmam yakamdaki akrebi ürkütmekten

mahallemizde çıkan yangın gibiydim, söndürülmekte hep gecikilmiş
ne rüzgar vardı ne de ahşaptı evleri, zevkle seyredildim böylece
herkesten saklamakla övündüğüm yaramı da ben açtım ve seyredildim
boynum kimselerin dikkatini çekmemiş, bundan çekinmiyorum
dağlara düşmedi gölgem, kabul, avluların tarihinde adım yok
ama şehre de uymadı iklimim, karkuyusunda benim için her mevsim
kepenk kapattırdığım günün bilsem de yenilgimin provası olduğunu
kaldıramıyorum kılıcını saklayan zabit gibi çarşıdan geçmeyi

    fail, meçhul, maktül ve mağdurum
bir yarım kanıma girer, her sabah omuzlarıma bir yıldız eklerdim
bir yarımı kan tutar, cephe gerisini gezerdim her tatbikat sonrası
ya saraydaydım hil'at töreninin bedeli boğazıma yapışan ellerdi
ya da aztekdim, başımdaki ta'coldu kurban edilişimin ödülü
    sormadım yine de: ya benim günüm kaç yıl oldu

bu defter 'yen içindeki her kolu kırma mevsimi'nde açıldı
şimdi bir itfaiye erinin zimmetinde ve yangından tek kurtarılmış
bilsin cümle alem, savcılık ifademde de var, elyazım benimdir
bir kaç yıldır cübbesini ve kalbini çekiştirip duran birinin
vaktim olmadı sayfa kenarlarını süslemeye, bir buna yanarım

bensem saat kulesindeki rüzgar, bir bir yüzüme vururum
    vururum, anılar tarafsız değildir

Akif Kurtuluş, Tören Provası, S.9-10 Öteki Yayınevi, 1987 

Kitap Kapak Resmi: Pieter Brueghel


"Her şey kibir. Her şey boş."


“Bugün överler, yarın önceki gün övdüklerini istismar ederler. Ve ondan sonra seni, beni, her şeyi unutacaklar. Her şey kibir. Her şey boş. İnsanlık zaten aptallığa ve alçaklığa teslim edildi ve şimdi sadece kendini tekrar edip duruyor.”

Andrey Rublyov, Film, 1966 

Yönetmen: Andrey TarkovskiSenaryo: Andrey Konçalovski


İzleyiciler